BAŞKA DİLDE AŞK’A DAİR

Bu hafta, Ortaköy’de, Saadet Işıl Aksoy ile buluştuk ve şu an gösterimde olan, başrolü Mert Fırat ile paylaştığı Başka Dilde Aşk filmi üzerine biraz konuştuk. İlk sinema deneyimi Yumurta (Semih Kaplanoğlu, 2007) ile 13.Saraybosna Uluslar arası Film Festivali, Valdivia Uluslar arası Film Festivali ve SİYAD tarafından En İyi Kadın Oyuncu seçilmişti. Başka Dilde Aşk’taki performansı ile de, 4.Uluslararası Bursa İpekyolu Festivali’nden, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü ile döndü. Karşımda, başarılı, hırslı, akıllı, kendini geliştirmek ve hep daha iyi olmak için çabalayan, cana yakın, tatlı tatlı konuşan bir kız duruyordu. Gözlerinin içi gülüyor, pozitif enerji yayıyordu. Işıl ışıl parlayan bir kız vardı karşımda.

BAŞKA DİLDE AŞK’A DAİR

Mert Fırat, benim Kadir Has Üniversitesi, yüksek lisans oyunculuk bölümünden arkadaşım. Böyle bir proje üzerinde çalıştıklarını biliyordum ama o filme, benim de dâhil olacağımdan tabii ki habersizdim. Sonra bir gün Mert bana, “Seni, yönetmenimiz İlksen ile tanıştırmak istiyorum.” dedi. “Tabi, çok isterim.” dedim. Gittim, İlksen’le tanıştım. Hep birlikte oturduk. Sohbet ettik. Bana, filmin hikâyesinden bahsettiler. Zeynep karakterini, benim oynamamı istediklerini söylediler. Proje seçerken, bir sürü önemli kriter oluyor tabi ama bunlardan bir tanesi, o projenin içinde bulunan insanlarla tanıştığımızda, ilk ne hissettiğinizdir. Ben İlksen’le tanıştığımda kendimi, yanında çok rahat hissettim ve yanında rahat hissettiğim biriyle iyi çalışabileceğimi, iyi işler çıkarabileceğimizi düşündüm. Senaryoyu okuduğumda daha da çok etkilendim. Birincisi, rol çok çekici geldi. Daha önceleri hep naif karakterleri canlandırmıştım. Kasabalı kızı oynamıştım. Zeynep, biraz daha farklı, en azından kendi içimde yeni bir şeyleri keşfedebilmeme imkân sağlayacak bir karakter. İkincisi, güzel bir aşk hikâyesi diye düşündüm. Aynı zamanda iletişim problemi üzerinde çok duran bir hikâye ki, bu benim de çok kafa patlattığım bir konudur. İletişim kurabiliyor muyuz? Ne kadar kurabiliyoruz? Kurduğumuzu zannederken aslından ne gibi engellere çarpıyoruz? Tüm bunlar bir araya gelince, çok gönül rahatlığıyla kabul ettiğim bir iş oldu açıkçası.

ZEYNEP ÇOK GÖZÜ KARA BİRİ, BEN DAHA GARANTİCİYİM

Zeynep karakteri üzerinde çalışırken, hep kendimden bir şeyler çıkarmaya çalıştım. Yolumu, genelde öyle bulmaya çalışırım. Tabi bu, üzerinde çalıştığım karakterle ne kadar zıtsam o kadar zor oluyor. Mesela ben, Zeynep ile pek benzeşmiyorum. Zeynep, fazlasıyla yardımsever biri. Aslında bu, hem olumlu hem olumsuz bir durum. Çünkü bazen insanların hayatına burnunu sokmuş gibi oluyor. Bunu, iyi niyetle yapıyor, kesinlikle kötü niyetli değil. Ama bu durum bazen, karşı taraf için rahatsız edici olabilir. Mesela ben, insanların hayatına bu kadar müdahale eden biri değilimdir. Hatta olabildiğince insanları, kendi haline bırakmaya çalışırım. Fikrimi söylerim, çekilirim. Zeynep, bu kadar güçlü, bu kadar sorumluluk alabilen birisi olduğu için benim imrendiğim biridir. Ama bir yandan da orası, pek yanaşmayacağım bir yerdir hayatımda. Çünkü ben de, genelde insanların hayatıma müdahale etmesine pek izin veren biri değilim. Buna rağmen benim de insanlara yardım etmeye çalıştığım, ama bazen kötü sonuçlarla karşılaştığım anlar oluyor. Dolayısıyla olabildiğince, kendi içimden bir şeyler çıkarmaya çalışıyorum. Zeynep, aynı zamanda çabuk parlayan, asabi olabilen bir tip. Ben asabi biri değilim. Ayrıca çok cesur birisi. Mesela Onur’u, dans etmeye ikna etmeye çalıştığı sahnede, çok cesurdu. Aşkı uğruna ailesini, arkadaşlarını karşısına alabildi. Kendi bildiğini okumayı seviyor. Benim de öyle cesur olabildiğim anlar oluyor ama o kadar gözü kara biri değilim. Bir yandan bir şeyleri garantiledikten sonra ancak cesur olabiliyorum. Sevdiklerimi, böylesine karşıma alacağımı zannetmiyorum açıkçası. Kimseyi incitmeden bir şekilde, dengeyi kurmak gerekir diye düşünüyorum. Ben, doğru iletişimle her şeyin halledilebileceğine inanıyorum.

KENDİME KARŞI ACIMASIZ DEĞİLİM, OYUNCULUĞUMU BEĞENDİĞİM DE OLUYOR YARGILADIĞIM DA!

Oyunculuğumla ilgili, kendimi beğendiğim de oluyor, eleştirdiğimde. İlk dört ya da beş izlemede kendimi, sürekli yargılıyorum zaten. Ama şunu da gördüm. Bazı oyuncular vardır, çok acımasızdır kendine karşı. Hiç iyi olmamış derler. Ama bakarsınız, aslında çok iyidir. Ben kendime karşı bu kadar acımasız değilim. Ama tabii ki “ Şurasını da keşke şöyle yapmasaydım, neden böyle yapmışım!” dediğim anlar oluyor. Ama çok sevdiğim sahneler de oluyor. İkisini de yaşıyorum izlerken. Ama hiçbir zaman da “süper oynamışım! Harikayım ben!” diye düşünmüyorum. Genel olarak kendimi izlediğimde, evet içime siniyor. Ama ne yaparsanız yapın, her zaman daha iyisi olabilir. Bunu biliyorsunuz. Daha oynarken biliyorsunuz. Oynuyorsunuz. Sonra “Ah keşke şöyle yapsaydım.” diyorsunuz hemen ardından.

KARAKTER ÇALIŞIRKEN, KENDİ İÇİMDE YOLCULUĞA ÇIKARIM VE O KARAKTERDEN PARÇALAR BULURUM

Benim için zaman olması, çok önemli. Bir karakteri çıkarmadan ya da bir tekste hazırlanmadan önce, belirli bir süreye ihtiyacım oluyor ve o karakterin özellikleriyle o kadar çok vakit geçiriyorum ki, bir süre sonra o, bir şekilde bedenimden çıkıyor. Genelde kendimden bulmaya çalışıyorum. Aslında her oynadığım rol, küçük de olsa, büyük de olsa benim için bir keşif. Çünkü o, başka bir kız. Dolayısıyla, kendi hayatımdaki karşılıklarını bulmaya çalışıyorum. Ama bu demek değildir ki Zeynep, ailesiyle bir çatışma yaşıyorsa, ben mutlaka kendi ailemle ilgili bir çatışma bulmak zorundayım. Hayatımdaki her hangi bir çatışma ya da her hangi bir duygu, Zeynep’in ailesiyle yaşadığı çatışmanın karşılığı olabilir.
Rolüme, olabildiğince bu şekilde hazırlanmaya çalışıyorum. Ama Başka Dilde Aşk’a çalışırken, çok farklı şeyler denedik. O yüzden benim için çok da eğitici bir dönem oldu o çalışma süreci. Sahnelere isimler vermeyi denedik. Her sahnenin farklı bir duygusu olduğunun üzerinden yürüyüp, o duyguları çıkarttık. Sonra karakterlerin duygusunu bulduk. Yani çok farklı şeyler denedik.

ÇEKİMLER 19 GÜNDE BİTTİ

Aslında bir sinema filmi için, oldukça kısa bir zaman dilimi. Fakat çok kısıtlı bir zamanımız vardı. Çekimlere başlamadan önce bir ay çok yoğun çalıştık. Her gün, en az beş saat İlksen, Mert ve ben üçümüz, bir araya gelerek, karakterler üzerinde konuştuk. Birbirimizle fikir alış verişi yaptık. Dijital kamera ile bazı sahneleri çektik. Sonra neler üzerinde değişiklik yapabiliriz diye oturduk, izledik. Tekst üzerine konuştuk. Onun etkisi büyük oldu. Sete girdiğimizde her şey, kafamızda belirliydi. Karakteri, tüm duyguları kafamda oturtmuştum. Dolayısıyla çekimler, çok rahat geçti. O an gelen duygulara ya da bazı tepkilere kendimi bırakabiliyordum. O kadar hâkimdim Zeynep karakterine. Eğlenceli miydi? Hani bazı setler vardır çok güler, eğlenirsiniz, gülmekten çekemezsiniz. Bizimkisi öyle değildi. Çok yoğun bir program olduğu için, olabildiğince hızlı ilerlememiz gerekiyordu. Ama huzurlu bir setti. İlksen, olabildiğince sakindi. Çekim sürecinde, benim için temel ihtiyaçlar çok önemlidir. “Bana en az yedi saat uyumak için zaman verin ve yemek yiyebileyim. Onun dışında sizin için saatlerce çalışabilirim.” dedim. Onlar da bu konuda çok titiz davrandılar. Uyku saatlerini uzun tutmaya çalıştılar. Sette olabildiğince rahat bir ortam sağlamaya çalıştılar. Tek problem havanın sıcak olmasıydı. Bizim çektiğimiz dönem, çok sıcaktı. Yazdı ve kapalı mekânlarda çekiyorduk. O, birazcık zorladı.

SETİN KÜÇÜK YARAMAZ ÇOCUĞUYDUM

Bir de senaryoyla ilgili, ön çalışmayı yaparken İlksen de Mert de bana, “Saadet, bu sahnenin enerjisini sen yükselteceksin.” Çünkü Mert, konuşamıyor. Sadece işaret dili kullanabiliyor ya da yazı yazabiliyor. Sürekli konuşan ve sahnenin yüksek kalmasını sağlayabilecek kişi olarak beni, seçtiler. Enerjiyi nasıl yüksek tutacağım, bunu nasıl yapacağım diye düşünüyordum. O da şöyle oldu; sette sürekli konuşup, sürekli birileriyle eğlenip, dalga geçip, sürekli birilerine çatıyordum. Devamlı birilerini dürtükleyip, çileden çıkarıyordum. Çünkü enerjiniz düşükse, onu yükseltmek çok zordur. Ama çok yüksekken, birazcık daha aza indirebilirsiniz her zaman. Dolayısıyla sette yüksek enerjiyle dolaşmak, sahnedeki enerjimi de yükseltmiştir diye düşünüyorum.

YENİ BİR PROJEYE BAŞLARKEN, HEYECANDAN KARNIMA AĞRILAR GİRİYOR

Bundan sonrası için şu anda netleşmiş bir proje yok. Sinema projeleri var birkaç tane hali hazırda bekleyen ve yaza doğru çekileceğini tahmin ettiğimiz. Onun dışında, belki tiyatro olabilir. Ama net değil, görüşmelerimiz devam ediyor.

Ama ne olursa olsun, her yeni bir işe başlarken çok heyecanlanıyorum. Çok mutlu oluyorum. Anlatamayacağım bir adrenalin salgılıyorum. Karnıma ağrılar giriyor. Ay beceremeyeceğim, yapamayacağım nasıl olacak bu iş diye bir panikle, negatif enerjiyle başlıyorum. Sonra onu yavaş yavaş pozitife çeviriyorum. Bittiğinde de tekrar negatife dönüyorum. Nasıl olsa bitti diye.

BİR ŞEYİ GERÇEKTEN İSTİYORSAN OLUR. . .

Üniversite döneminde sinemaya çok merak saldım. Festivalleri, takip etmeye başladım. Arkadaşlarımla filmlerden, sinemadan konuştuğumuz, kendi çapımızda yorumlar yaptığımız oluyordu. Üniversite devam ederken, bir yandan da başka bir işle uğraşmak istedim, hobi gibi. Belki enerjimi vermek istediğim bir yer olarak düşündüm. Pera Güzel Sanatlar’da kamera önü oyunculuk eğitimi aldım. Çok temel bir eğitimdi ama bana, başlangıç anlamında bir şeyler kattığını düşündüğüm bir yer oldu. Daha sonra okulda da film dersleri almaya çalıştım. Çünkü sinemayla ilgili seçmeli derslerimiz vardı, daha teorik derslerdi. Tiyatro ile ilgili bir seçmeli dersimiz vardı, onu aldım. İşte o dönem, bu işlerle uğraşırken ben, Harika Uygur’la tanıştım. O dönem menajerlik yapıyordu. Şimdi sadece casting direktörlük yapıyor. Onunla çalışmaya başladım. Küçük işlerde, reklam filmlerinde ya da dizilerde küçük rollerde oynadım. Bir yandan da okulum devam ettiği için çok zaman alacak şeyler yapamıyordum ve tabii ki önce küçük rollerde başlamak daha avantajlı olur diye düşündük. Harika, beni çok yönlendirdi. Hala fikrine çok güvendiğim ve hala yeni bir iş olduğunda koşup telefona sarıldığım, aradığım birisidir. Hala çok yakın görüşüyoruz. Küçük roller almaya devam ettim, tam okulumun bittiği dönemde de Yumurta (Semih Kaplanoğlu, 2007) ’nın çekimleri başladı. Çok güzel denk geldi. Yumurta’nın çekimlerinden sonra bir dönem boşluğum oldu. New York’a gittim ve oyunculukla ilgili workshoplara katılarak geçirdim o dönemi. Sonra oyunculuk, benim mesleğim haline geldi. Ben şuna çok inanıyorum; eğer hayatta bir şey istiyorsanız ve onun için çaba harcarsanız kesinlikle o yönde bir şeyler oluyor hayatınızda. Bu tamamen odaklanmanızla alakalıdır.

Ailem de, beni çok destekledi. Hiçbir zaman manevi desteklerini eksik etmediler. 19- 20 yaşında bir kızken bile ben bunu yapmak istiyorum dediğimde onlar da, tamam kızım o zaman yap diye bir karşılıkla döndüler. Her zaman da benimle gurur duydular, yaptığım en küçük şeyde bile beni motive ettiler. Aile, arkadaş ya da sevgili, ne olursa olsun, onun orada olacağını bilmek çok büyük güç veriyor insana. Ben, mesela hayatta hata yapmayı seviyorum ve hata yapma özgürlüğümün olmasını istiyorum. Aslında hata da değil. Başkaları tarafından yanlış olarak yargılanabilecek ya da hata olarak algılanabilecek şeyleri yapmayı seviyorum. Çünkü bu şekilde yolumu bulabileceğimi düşünüyorum. Ailem, bana hata yapma alanı veriyor ve bu, beni çok mutlu ediyor. Ne yaparsam yapayım onlar, hep oradalar.

BOĞAZİÇİ’NDE GENETİK MÜHENDİSLİĞİ OKUMAK İSTEDİM

Küçükken, bir sürü şey olmak istedim. Oyuncu da olmak istedim. Şarkıcı da olmak istedim. Doktor da olmak istedim. Hatta bir ara üniversite sınavlarına çalışırken birinci olacağımı falan zannediyordum. En yüksek yerin neresi olduğunu sordum. Boğaziçi Üniversitesi Genetik Mühendisliği dediler. Koyun kopyalamalar, DNA üzerine çalışmalar… Bunları düşününce hoşuma gitti. Bu sefer genetik mühendisi olmak istedim. Edebiyat da çok sevdiğim bir alandı. Boğaziçi, zaten hep kazanmak istediğim bir üniversiteydi ve sevdiğim bir bölümü kazandım. Sonra oyunculuk, daha çok ilgimi çekti ve o yönde ilerledim.

EN BÜYÜK HAYALİM, DÜNYANIN FARKLI ÜLKELERİNDE FARKLI KARAKTERLERİ OYNAMAK

En büyük hayalim, dünyada bu işi yapabilmek. Dünyaca tanınmak anlamında değil. Romanya olabilir, İran olabilir, Hindistan olabilir, farklı kültürlerde farklı karakterler canlandırmak istiyorum. Ben seyahat etmeyi çok seviyorum ve işimle ilgili seyahat etmeyi de çok isterim. Hayatımı bunun üzerine kurabilmek çok isterim. İngilizcem çok iyi, şimdi Fransızcamı ilerletmeye çalışıyorum. Çünkü böyle bir fırsat çıkarsa, değerlendirebilmek istiyorum. Dolayısıyla yabancı dil çok önemli. Zaten yabancı dil öğrenmeyi de seviyorum.

Röportaj: Ceylan IŞIN
Fotoğraf: Baykan ÇALLI

Resimler:

Bir yanıt yazın