Dr. Parnassus – The Imaginarium Of Doctor Parnassus

DR. PARNASSUS

(THE IMAGINARIUM OF
DOCTOR PARNASSUS)

THE IMAGINARIUM OF DOCTOR PARNASSUS’un prodüksiyon aşamasında Heath Ledger’ın trajik ölümü nedeniyle film yarım kalma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı, ama Gilliam, filmin yıldızının filme kattığı üstün performansı kaybetmeden hikayeyi yeniden oluşturmaya çabaladı.  Yönetmen, oyuncu kadrosu ve ekibi, Gilliam ve Charles McKeown’ın sınır tanımayan olağan üstü hayal gücüyle on sekiz ay önce birlikte yazmaya başladığı filmi tamamlamak için dur durak bilmeden çalıştılar.

“Hikayenin formatı Heath’ın gerçekleştirmiş olduğu performansı korunmasına izin verdiği için, hiç bir dönemde Heath’un çalışması dijital teknoloji kullanılarak değiştirilmedi ya da dönüştürülmedi,” diye filmin yapımcıları medyaya ve halka açıklama yaptı: “Johnny Depp, Colin Farrell ve Jude Law’un canlandırdığı her bölüm Heath’ın canlandırdığı karakterin birçok özelliğini temsil ediyor.”

“Johnny, Colin ve Jude’a devreye girdikleri için ve filmi bitirmemizi sağlayan herkese,  yapmış oldukları katkılardan dolayı müteşekkirim,” diye ekliyor yönetmen Terry Gilliam, “Heath’in üstün performansını dünyayla paylaşabildiğimiz için mutluyum.”

Günümüzde geçen fantastik macerada, Dr. Parnassus (Christopher Plummer) insanların hayal güçlerini canlandırma konusunda olağanüstü bir yeteneğe sahiptir. Alaycı ve kuşkucu yardımcısı Percy (Verne Troyer) ve çok yetenekli genç oyuncu Anton (yakın dönemde BAFTA® ödüllü Andrew Garfield) dahil gezici tiyatro grubunun yardımıyla, Parnassus izleyicilere, sihirli bir aynadan geçip sınırsız bir düş gücüne ulaşmalarını sağlayan fantastik bir evrene girerek dünyevi gerçekliği aşma şansı sunuyor.  Ancak, Parnassus’un büyüsünün bir bedeli vardır.  Yüzyıllardır şeytanla, Bay Nick (Tom Waits) ile kumar oynadığından, Bay Nick ödülünü almaya gelecektir – Parnassus’un değerli kızı 16. doğum gününü kutlamaya hazırlanan Valentina (Lily Cole)

Hızla yaklaşmakta olan kaderinin farkında olmayan Valentina, esrarengiz, yakışıklı bir yabancı olan Tony’ye (Heath Ledger) aşık olur. Kızını korumak ve kendini kurtarmak için Parnassus, Bay Nick ile son bir kez iddiaya girer , bu iddia Tony (aynanın ötesindeki dünyaya yaptığı ziyaretler Johnny Depp, Colin Farrell ve Jude Law tarafından canlandırılıyor) Valentina ve bütün tiyatro grubunu, tüm Londra’da ve Imaginarium’un olağanüstü manzarasında virajlarla dolu bir yolculuğa sürükler.

Film İngiltere’nin başkentinde 2007 Aralık ayının başında ilk görüntü çalışmaları ile başladı, burada Gilliam, Parnassus’un, tiyatro grubunun ve gruba ait at arabasıyla çekilen karavan ve tiyatroyu da içeren etkileyici sahneleri çekti, arka plandaysa şehrin tanıdık birçok yapısı vardı. Verne Troyer’ın Percy’sinin kullandığı araba, gece sokaklarda ilerlerken, City of London’ın canlı Noel öncesi döneminde sokakta eğlenen halk için bildik ama şaşırtıcı bir görüntü haline gelmişti.

Birkaç kış gecesi görüntüsünde, tam donanımlı ve Tower Bridge’in bildik görüntüsünün hakim olduğu canlı bir lunaparktaki Imaginarium’un hareketli sahnesi; sonra Southwark Katedralinin devasa gölgesinde sarhoş bir kalabalık; ve daha sonra muhteşem Leadenhall Market’ın Viktoryen mimarisinde Rus gangsterleri yer alır. Ana kahramanlardan ikisi Thames nehri üzerinde Blackfriars Köprüsünden buz gibi bir fırtınada ve yapay bir sağanak altında tehlikeli bir şekilde aşağıya doğru sarkarken, Avrupa’nın en büyük tuğla yapısı olan, devasa Battersea Santralinin büyülü gölgesi, Doktor Parnassus ve kalabalık ‘ailesi’ni içeren birçok yerel sahneye de ev sahipliği yapıyordu.

Günümüzde geçen bu sekansların tamamlanmasıyla, prodüksiyon Kanada’nın Vancouver kenti yakınlarındaki Bridge Stüdyolarına taşındı; yedi hafta boyunca mavi ekran görüntüler üzerinde çalışılarak Imaginarium’un epik büyüsü yaratıldı.  Vancouver, filmin balosu ve basın toplantısına da evsahipliğini yapan göz kamaştırıcı art deco tarzı Orpheum tiyatrosu gibi olağanüstü mekanlar sunan bir kenttir.

Esrarengiz yabancı Tony rolünde Oscar® ödüllü Heath Ledger (“The Dark Knight”, “Brokeback Mountain”), Christopher Plummer (“The Insider”, “The Sound of Music”), Anton rolünde yakın zamanda BAFTA®-ödülü kazanmış olan Andrew Garfield (“Boy A”, “Lions For Lambs”), Percy rolünde Verne Troyer (“The Love Guru”, “Austin Powers: The Spy Who Shagged Me” ve “Goldmember”), Valentina rolünde süpermodel Lily Cole (“St Trinian’s”) ve şeytan Bay Nick rolünde efsanevi Oscar®-adayı müzisyen Tom Waits (“Wristcutters: A Love Story”, “Bram Stoker’s Dracula”).

Üç kez Oscar® adayı olan Johnny Depp (“Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street”, “Neverland”, “Pirates of The Caribbean”), bol ödüllü Colin Farrell (“Miami Vice”, “Alexander”) ve iki kez Oscar® adayı olan Jude Law (“Cold Mountain”, “Talented Mr Ripley”) yapım aşamasında devreye girerek Tony’nin farklı özelliklerini canlandırdılar.

Yardımcı erkek ve kadın oyuncular arasında, Evrenin Başkanı rolünde İsveçli Peter Stormare (“Brothers Grimm”, “Dancer in the Dark”), sahne ve televizyonun yürekli oyuncusu Louis Vuitton Kadın rolünde Maggie Steed, komedinin favorileri Baba rolünde Mark Benton (“Three and Out”) ve Amca Bob rolünde Simon Day (“Run, Fat Boy, Run”), yeni oyuncular Sally rolünde Paloma Faith (“St Trinian’s”), Martin rolünde Richard Riddell (“Dogging: A Love Story”) ve Sally’nin arkadaşı rolünde Montserrat Lombard (TV’de gösterilen  “Love Soup” ve “Ashes to Ashes”) gibi önemli karakter oyuncuları yer almaktadır.

Terry Gilliam (“Time Bandits”, “Brazil”, “Twelve Monkeys”), Charles McKeown (“Brazil”, “The Adventures of Baron Munchausen”), ile birlikte yazdığı orjinal senaryo üzerine çekilen filmin yönetmenliğini de yapmıştır; filmin prodüksiyonu William Vince (“Capote” ile Oscar® adayı), Amy Gilliam (“Push”), Samuel Hadida (“Solomon Kane”, “Le Pacte des Loups”, “Silent Hill”) ve Terry Gilliam tarafından gerçekleştirilmiştir.

Kamera arkası yıldızları arasında Gilliam’ın daha önce de yakın işbirliği yaptığı sinematograf Nicola Pecorini (“Tideland”, “Fear and Loathing in Las Vegas”) ve BAFTA® ödüllü editör Mick Audsley (“The Grifters”, “Twelve Monkeys”, “Harry Potter and the Goblet of Fire”), orijinal tasarım ve sanat yönetimi, Terry Gilliam ile birlikte Dave Warren (“Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street”, “10,000 BC”). Anastasia Masaro (“Tideland”, “Show Me”) prodüksiyon tasarımcısı, Kanadalı Monique Prudhomme (“Juno”, “Best in Show”) kostüm tasarımcısı olarak yer alır.  Oscar® ödüllü Sarah Monzani (“Valkyrie”, “Quest For Fire”) saç ve makyaj tasarımını yaptı ve ses mikser Tim Fraser (“Vera Drake”) ve Eric Batut (“Fantastic Four”), iki kez Emmy®adayı Irene Lamb (“The Brothers Grimm”, “The Adventures of Baron Munchausen”) filmin casting yönetmeni.  Film Müziklerini bol ödüllü Kanadalı Mychael Danna (“Little Miss Sunshine”, “The Sweet Hereafter”) ve Jeff Danna (“Tideland”, “Silent Hill”) kardeşler yaptı, İngiltere prodüktörü ise Rob How (“24 Hour Party People”, “28 Days Later”) idi.

Gilliam’ın kendi düş gücüyle oluşturulan yaratıcı görsel efektleri, yönetmenle bütün filmlerinde birlikte çalışan ve “United 93” ve “Casino Royale”de çok başarılı görsellik sunan Londra’da yerleşik bir optik şirketi olan Peerless Camera Company yaptı.

Yapımcılığını Samuel Hadida’nın üstlendiği Infinity Features Entertainment Production şirketinin, Poo Poo Pictures Production ile Davis Films Productions işbirliğiyle, THE IMAGINARIUM OF DOCTOR PARNASSUS filminin oyuncu kadrosu  Heath Ledger, Christopher Plummer, Verne Troyer, Andrew Garfield, Lily Cole ve Tom Waits, ayrıca Johnny Depp, Colin Farrell ve Jude Law’dan oluşuyor.  Terry Gilliam’ın yönettiği film Terry Gilliam ve Charles McKeown tarafından yazılmış ve prodüksiyonu William Vince, Amy Gilliam, Samuel Hadida ve Terry Gilliam tarafından yapılmış, baş yapımcılar ise Victor Hadida ve Dave Valleau.  Samuel Hadida Telefilm Canada’nın katılımıyla yapımı gerçekleştirilmiş olan resmi Kanada-İngiltere ortak yapımının dünya dağıtım  haklarına sahip olup, yapımın uluslararası dağıtımını yapması için Mandate International’ı dağıtımın başına getirmiştir.

Konu:

The Imaginarium of Doctor Parnassus günümüzde geçen bir fantastik ahlak hikayesidir. İzleyicilere, ışık ile eğlence ya da karanlık ve kasvet arasında seçim yapma konusunda karşı koyulmaz bir fırsat sunan gezgin bir gösteri olan olağanüstü ‘Imaginarium’un ve Dr Parnassus’un hikayesini anlatmaktadır.

İnsanların düş gücünü etkileme konusunda olağanüstü bir yeteneğe sahip olan Doktor Parnassus karanlık bir sır ile lanetlenmiştir. Müzmin bir kumarbaz olan Parnassus şeytan Bay Nick ile binlerce yıl önce bir iddiaya girer ve ölümsüzlüğü kazanır. Yüzyıllar sonra, tek gerçek aşkıyla karşılaşınca Dr. Parnassus şeytanla bir başka anlaşma yapar, kızının 16 yaşına ulaştığı gün Bay Nick’in mülkiyetine geçmesi şartıyla, ölümsüzlük karşılığında gençliğe ulaşır.

Valentina hızla bu yaş dönümüne yaklaşırken Dr. Parnassus da kızını yaklaşmakta olan kaderinden kurtarmak ister. Bay Nick ödülü almak üzere gelir ancak her zaman iddiaya girmeyi sevdiği için, ödülü yeniden belirlerler. Şimdi ilk beş insan ruhunu kim daha önce  baştan çıkarırsa Valentina onunla birlikte kalacaktır. Bu yolculukta yanına birkaç kaba, komik ve ilginç karakter alan Dr. Parnassus kızının, kendisinin kazanmasına yardımcı olan adamla evlenmesine izin verir.

Bu sürükleyici, olağanüstü yaratıcı ve büyüleyici zamana karşı yapılan yarışta Dr. Parnassus, gerçeküstü engellerden oluşan sonsuz bir manzarada kızını korumak için savaşmak- ve geçmişinde yaptığı hataları düzeltmek zorundadır!
Dr. Parnassus’un Yapımı:

Mermere şekil vermek:

Kasım 2006’da, Terry Gilliam ve Charles McKeown senaryo üzerinde çalışmaya başladı, bu “Brazil” ve “The Adventures Of Baron Munchausen”nın ardından yazdıkları üçüncü ortak senaryoydu.

Gilliam, bitmiş senaryolar yada romanlardan uyarlamalara dayanan birkaç projeden sonra, yeniden yaratıcı bir senaryo yazmaya karar verdi. Bu durumu “Hala sıfırdan bir şey yazıp yazamayacağımızı görmek güzeldi,” diye açıklıyor. O döneme kadar kullanmadığı malzemelerini keşfetmeye başladı– bir çekmecede duran, çekilmemiş filmlerden kalan çeşitli fikirler–ve bunları, hangilerini kullanabileceğini görmek için ortaya çıkardı.

Günümüz Londra’sında çok farklı egzotik ve fantastik dünyalara giren gezici bir tiyatro kumpanyası fikrini geliştirmek istedi.  Gilliam, biraz kayıp, zamanına uyum sağlayamayan ve izleyicisinden kopuk, artık anlattığı hikayeleri duymak istemeyen bir ana karakter yarattı; McKeown ise bu karaktere Parnassus ismini önerdi. “Aslında bunlar onun macerasıydı, sanırım.  Bu tam anlamıyla kesin değildi, ama her şey Terry’nin zihninde oldukça netti. Galiba yarı doğulu bir tıp uzmanı olarak Dr Parnassus fikri anlık olarak gelişti. Sanırım başlangıçta kafasındaki fikir böyle değildi.”

Bir sonraki aşamada bir araya gelip ortaya fikirler attılar, ancak Gilliam’ın da kabul ettiği gibi, bununla ilgili herhangi bir gerçek plan yoktu.   McKeown, filmde seçim yapmanın çok önemli olduğunu düşünüyordu – bu olağanüstü dünyaya girmek karakterlerin hayatını yönlendirecek bir dizi seçim yapmayı gerektiriyordu. İki yazar bilgisayarda çalışmaya, e-posta alışverişine başladı. “Bir kez daha bir araya gelmek zorunda kaldık,” diyor Gilliam. “Üzerinden geçiyorduk ve, az da olsa bir şeyler ortaya çıkıyordu.  Farklı bir çalışma yöntemiydi, oturup büyük bir mermer bloğu çekiçle biçimlendiriyorduk adeta, ortaya güzel bir şey çıkana kadar.”

“Birkaç hafta boyunca konuyla ilgili etraflıca konuştuk,” diyor McKeown.  “Bir gün boyunca bütün konuları görüştük ve sonrasında, nihayet, konunun özüne, güncel olaylarla bağlantısının ne olduğuna geldik. Konu, birkaç hafta boyunca çok farklı birimlerden oluşan bir karışımdı, sonra bir tretman yazmaya başladık.

“Aslında, Terry’nin tretmanı yazmasında ısrar ettim, çünkü o aşamada ne istediğini benden daha iyi biliyordu. O dönemde aslında ne istediğimi pek anladığımı sanmıyorum.  Ancak oldukça eğlenceliydi ve hikayeyi görebiliyordum, ama Terry’nin kafasında her şeyin daha net olduğunu düşünüyordum. Sonra sahneleri, diyalogları, karakterleri, dekorları ve diğerlerini yazmaya başladığımda her şey daha netleşti.  Ona e-posta ile altı yedi sayfa gönderiyordum ve o da bunlar üzerinde çalışıyordu.  Değişiklikler yapıyordu, süslüyordu, istediğini çıkartıyor ve istediğini ekliyordu.  Bir süre sonra başka sayfalar gönderiyordum, o da bana bunları geri gönderip neler yaptığını gösteriyordu.

“Bu devam eden bir süreçti, bir noktada, senaryonun sonlarına yaklaştığımızda durduk ve nereye gittiğimizi ve şu anda hangi noktaya geldiğimizi tartıştık.”

Gilliam’a göre, “Bu tıpkı bir tenis maçı gibiydi, topu bir o sahaya bir bu sahaya atmak gibi, ve her şey yavaş yavaş gelişiyordu.  Belirli fikirleriniz oluşuyor, bunları alıyorsunuz– ve bunlardan bir hikaye ortaya çıkıyor. Charles ile yeniden çalışmak çok güzel – ‘Munchausen’ten sonra uzun zamandır birlikte çalışmıyorduk.”

“Ortaya çıkan şey, sürece başladığımızda elimizde olan şey değildi, hiçbir açıdan,” diyor McKeown.  “Belki Doktor Parnassus başlangıçtakine çok yakındı, ama diğer karakterler süreç içinde biraz değişikliğe uğradı.  Elbette, karakterler ile ilgili sorunlar yaşadığımız zaman özellikle Parnassus’un kızı Valentina karakteri gibi diğer karakterlerde de bir hayli değişiklik yaptık.

“Tam anlamıyla kuralları yıkıyoruz.  Ana karaktere odaklanmanız bekleniyor. Başarının anahtarlarından biri de bu, izleyicilerin kendilerini özdeşleştirebileceği bir ana karakter bulmak.  Ama bu bir grup işi ve ana karakter Doktor Parnassus, grubun tam da merkezinde yer almakta, ve her şey onun etrafında dönmekte ise de onun dışındaki herkesin hikayesi de ilginizi çekiyor.

“Düş gücü teması ana tema –düş gücü nasıl yaşadığınız, nasıl düşündüğünüz vb açısından önemli– ve bu tam da Terry’ye uygun bir tema.  Bir dönem başkalarının yazdığı senaryolar ve ve kitaplar üzerinde çalıştı ve kendisine uyarladı, bu anlamda bunlar tipik Terry Gilliam filmleri oldular.  Ancak bunun son zamanlarda yaptıklarını aştığını düşünüyorum. Elinde malzemeler vardı, bu tam onun tarzı olan bir şeydi. Bu bir süredir görmediğimiz kadar Terry Gilliam’a özgü bir film.  Terry her yaptığı işe bu şekilde üstün bir enerji ve canlılık katıyor, karşılığını da almak istiyor. O, ayırdığı emeğin karşılığını ister ve bence ‘Brazil’ böyleydi, ve bir dereceye kadar ‘Munchausen’ da.  Bu içsel bir özellikti, Terry kendini bir işe adadığında geri adım atmaz.  Bu işe kendisini %120 adadı ve son zamanlarda yapmış olduğundan çok daha fazla kattı bu işe kendisini.”

“Kimin özyaşamöyküsü olduğundan emin değilim,” diyerek itiraf ediyor Gilliam.  “Yani, sanırım benim özyaşamöykümle uzaktan da olsa ilintili, ama artık emin değilim!  Yaratıcı insanların… sanatçıların mücadelesi ile ilgili.  Diğer insanlara esin kaynağı olmaya çalışıyorlar, gözlerini açmalarını sağlıyorlar, hakikati bulmaya çalışıyorlar, ancak bunların çoğu başarılı değil – ama gerçek bu.

“Trajik/büyülü bir fikir – olağanüstü bir tiyatroda çalışan insanlardan oluşan harika bir grup insan Londra’da dolaşıyor ancak kimse onların farkına varmıyor. Günümüz dünyasında insanların neyin gerçekten önemli olduğunu görmediklerini düşünüyorum.  Herkes kendi IPodları ya da video oyunlarına gömülmüş ya da borsa oynuyor– bunların hepsi ilginç ve eğlenceli – ama oysa dışarıda harika ve önemli şeyler oluyor ama kimse umursamıyor.”

Filme aktarmak:

“Uzun zaman sonra ilk kez bu film için görsel senaryo taslağı yaptım,” diyor Terry Gilliam gülümseyerek.  “Bu nedenle çok eğleniyordum.  Her şeyi görsel taslakta kendi başıma yaptığım ilk dönem filmlerime dönüş yapmak gibiydi. Bu senaryo yazma sürecinin ilginç bir bölümü– oturup resimler çizmeye başlamak.  Süreç içinde dönüşür, tamamen farklı bir şey haline gelir. Senaryoyu tekrar okumak zorunda değilim, çizimlerimden yola çıkarak senaryoyu yeniden yazdık ve bu da işimizi oldukça kolaylaştırdı. Modeller oluşturuyoruz, karakterleri oluşturup (CG- Character Generated)  kullanıyoruz ve her şeyi miksleyip herkesin kafasını karıştırmaya çalışıyoruz, bu nedenle dünyayı nasıl oluşturmaya çalıştığımızı anlayamazsınız. Bu tamamen büyülü bir oyun….

Amy Gilliam prodüktör olarak ilk adımlarını atıyordu; babasının yeni bir senaryo üzerinde çalıştığını duyduğunda Vancouver’da Oscar® ödüllü William Vince ile birlikte çalışıyordu.  “Film endüstrisinde on iki yıl çalıştıktan ve merdivenin basamaklarını birer birer tırmandıktan sonra, kariyerimin en büyük hayallerinden biri, bir gün babamla birlikte bir filmin yapımında yer almaktı,” diye hatırlıyor.  “Babamın yazdığı senaryoyu okuduğumda, büyürken yaşadığım şeyleri gördüm – düş gücü ve macera – hepsi öyle büyülüydü ki. Çocukluğumdan hatırladığım belirli bir hikaye değildi, ama filmdeki birçok öğenin benim kalbime ve deneyimlerime yakın olduğunu düşünüyorum. Terry finansman aramaya başladı ve ben de kendi kendime ‘Bunu ben yapmak istiyorum.  Bunu başarmak müthiş olacak diye düşündüm.  Bill Vince, bende bu projeye yönelik heyecanı enerjiyi ve tutkuyu gördü, birine ya da bir şeye inandığında, bunların gerçekleştirilmesini isteyen bir adamdı.”

Samuel Hadida prodüktör olarak Bill ve Amy’ye katıldı, Gilliam’ın “The Brothers Grimm ” inin Fransa’da dağıtımını yaptı.  Hadida senaryoyu çok beğenmişti, ama Terry’nin görselliği sağlamak için hazırladığı sanat kitabı eline geçtiğinde çok mutlu oldu :  “Bu, gerçekleştirmek istediği şeyi görselleştirmemize ve anlamamıza katkıda bulundu. Çok görsel bir film, çok sayıda özel efekt içeriyor, ve herkesin aynı sayfada yer alması müthişti. Bu dünya, görsel senaryo taslağında yaratılıyordu, ve burada filmin animasyonunun ve görünümünün nereye gitmek istediğinin bir ön görünümünü– ve çok iddialı olduğunu gördük.”

“Imaginarium’un tasarımı muhtemelen Pollock’un Londra’daki oyuncak tiyatroları ile başladı,” diyor Gilliam.  “İlk kez buraya geldiğimde bir dükkan vardı, hala da durur. Şu kartondan yapılmış oyuncak Viktorya dönemine ait tiyatroları üretiyorlar, bunlar her zaman ilgimi çekmiştir. Çocuk müzesine indim, çünkü burada birkaç tane eski orijinal tiyatro olduğunu biliyordum, birkaç tanesinin resmini çektim ve Photoshop’ta bunlarla oynadım.

“Imaginarium’ın dizaynı için, elimizde esrarlı, hermetik semboller üzerine yazılmış kitaplar, bir de Robert Fludd vardı.  Bu tür şeyler hep ilgimi çekmiştir. Bunların yarısının ne anlama geldiğini bilmiyorum, ama bunlar fikirleri tetikliyor ve böylelikle bunları bir araya getirmeye ve tiyatroya uygulamaya başladık. Yılanlar, şeytanlar, kötü bakışlar, pentagramlar var. Bunların hepsi– muhtemelen bulunan her tür esrarlı sembolizmin bir karışımı.  Ortaçağ imgeleri ve ikonografi düş gücünüz için çok iyi ve sağlıklıdır.  Simyacılar dünyanın tanımlanmasına çalışıyordu, kozmosu tanımlamaya çalışıyordu, her şeyin görsel, düşünsel anlamını bulmaya çalışıyordu.  Bu modern gerçekliği zıttır ve bu, her zaman günümüzdeki gerçeklik görüşümüzden daha çok zihnimi kurcalıyor.”

“Çekimi tamamladıktan sonra, filmin artık ne ile ilgili olduğunu biliyordum, Charles ve Ben senaryoyu yazarken bile tam olarak ne olacağını bilmiyorduk. Ne yaptığımı görmek için film yapıyormuşum gibi geliyor bana! Bu filmi yaparken iki ihtilaflı taraf bulunduğunu biliyorduk– Şeytan olabilecek adam ve Tanrı olabilecek adam, ama ikisi de değiller, bunun çok altındalar, her ikisi de Demiurges.  Her birinin dünyaya sunduğu şeyleri değiştirdik. Parnassus size düş gücünüzü geliştirme şansını sunuyor ama bu, bunun kolay ya da keyifli bir yolculuk olacağı anlamına gelmez. Parnassus’un sunduğu seçimleri yaptık demek– eğer doğru olanı seçerseniz – bir tür aydınlanma gerçekleştirebilirsiniz anlamına gelir, ama bu her zaman gerçekten zor bir yol olacaktır. Kolay yol ise Bay Nick’in yoludur.  Yazma sürecinde, Bay Nick’in sattığı şeyi değiştirdik. Son versiyonda, korku ve güvensizlik fikrini satıyor. Nick zayıflığı desteklerken Parnassus, bazı insanların güçlü olduğunu ve fırsatları değerlendirmek istediğini vurguluyor.

“Tony, Parnassus ile ilgili olarak şunları söylüyor ‘eğer insanların zihinlerini kontrol etme gücü varsa, neden dünyayı yönetmesin ki?’  Anton benim çok sevdiğim bir sözle yanıt veriyor: ‘Dünyayı yönetmek istemiyor – dünyanın kendi kendisini yönetmesini istiyor. Sorumluluk almak. Bu tür görüşlerin yeşermesi önemli.”
Oyuncu Seçimi:

“Christopher Plummer oyuncu kadrosuna aldığımız ilk isimdi sanırım,” diyor Gilliam. “Büyük bir aktör.  Teatral bir oyuncu, belirli bir yaşa gelmiş ve büyük bir yıldız olmuş. Kızı Amanda Plummer ‘The Fisher King’de benimle çalıştı, kızıyla arasında ilginç bir ilişki var.  Christopher’ın en müthiş özelliği teatral duygusu ile bu karaktere tam anlamıyla uyması– ve her zaman karakterde bir mizah aramasıdır.”

“Filme adını veren karakteri oynuyor gibiyim,” diyor Plummer. “Imaginarium değil, Doktor Parnassus’u.  Terry Gilliam birden bire beni aradı ve ‘Filmime adını veren bir yaratığı oynamanı istiyorum– harika yaşlı bir adam.’ dedi.  Beni aramasının nedeni artık etrafta çok az konuşabilen yaşlı adam kalmasıydı bence – bunlardan biri de bendim. Her yıl şansım daha da artıyor, çünkü sayıları her geçen gün azalıyor, sağ kaldığım sürece, iş alabilirim. Bu nedenle kabul ettim.

“Parnassus ile ne yaptığımı bilmiyorum. Her durumda çok melodramatik olarak yazıldığını düşünüyorum, bu nedenle, setlerin ne kadar renkli ve yoğun olduğunu ve filmdeki diğer bütün yaratıkların ne kadar çok hareket ettiğini gördüm, çünkü Terry hareketi seviyor, Parnassus’u dışa dönük melodramatik değil, sakin ve içine kapalı biri olarak canlandırmaya karar verdim.  Sanırım bu iyi de oldu, çünkü karakterin bir iç hüznü var – bunun nedeni kendi kızına şeytanla ihanet etmesi.  Bence bu onu dengeliyor – yani her şey aptalca bir fantazi değil. Bu filmin hafif bir şekilde ele alınabilecek biraz karanlık ve trajik yanı da olmalı, bu da filmde var zaten.”

Gilliam şöyle devam etti: “Hollandalı bir animator, Tom Waits (bence Amerika’nın en büyük müzik şairi) ile temasa geçmek istiyordu ve kendi yazdığı senaryoyu Tom’a iletmemi istedi, ben de ilettim.  Yıllar sonra ilk kez Tom ile iletişime geçmiştim.  Tom arkadaşımın önerisini reddetti ama ‘bana göre bir şey var mı?’ diye sordu. Ben de ‘yeni filmimde ilginç bir rol var ….’ dedim, böyle başladı.  Ben rol var dedim, o da ‘Tamam ben de varım’ dedi.  Daha senaryoyu okumamıştı bile.”

“Ben şeytanı canlandırıyorum,” diyor Waits. “Bir şeytanı ya da kötü ruhlu olan birini değil, şeytanın ta kendisini oynuyorum.  Tuhaf bir muamma – şeytan nasıl canlandırılır ki? Bu kadar büyük, tarihte bu kadar derin izler taşıyan bir arketipi nasıl canlandırırsın?  Sonunda bu rolü benim kendi tarzımla oynamam gerektiğinin farkına vardım– bu benim şeytanımdı. Bu benim şeytan yorumum. Umarım yaptığım şey Terry’nin beklentilerini karşılamıştır.  Umarım onun beklentilerini yerine getirmişimdir.  Pek emin değilim, sadece umuyorum.”

“Valentina’yı oynayacak oyuncu ararken, filmin casting’inden sorumlu olan Irene Lamb,  ‘Lily Cole’u denemelisiniz, dedi” diyor Gilliam.  “Kısa bir test yaptık ve tam isabet, Valentina’yı bulduk!  Her şeyden önce olağanüstü birini bulmak istiyordum, on altı yaşında görünebilecek birini.  İşin aslı Lily ile çekim yapmaya başladığımızda, bir hata yaptığımızı düşündüm, çünkü öyle deneyimsizdi ki, çevresinde öylesine büyük aktörler vardı ki. Ama fırsatı değerlendirdi ve kendini her geçen gün geliştirdi. Sonuçta kesinlikle olağanüstü bir performans elde ettik.”

“Çok zor bir iş aslında,” diyor Cole çekimlerde. “Ama sonunda ödülünüzü alıyorsunuz ve Terry’nin kalbi gerçekten iyi.  Katılan herkes iyi niyetli, bu yüzden de çalışma ortamı çok pozitif ve herkes işbirliği yapıyor.  Hiçbir ego çatışması olmadığını görüyorsunuz. Aslında olmasına karşın, Terry’nin şakayla karışık söylediği gibi, hiyerarşi yok.  Herkesi katkısını sunmaya yönlendiren bir yaklaşım söz konusu, bu gerçekten de özel, olağanüstü.

“Modellikten çok çok farklı geliyor bana, ama farklı olmasını bekliyordum zaten.  Pratik şeyler çok farklı ve sektörler de çok farklı geliyor. Dışarıdan bakılınca benzer olarak görüldüğünden eminim, ama yan yana koyduğunuzda o kadar büyük farklar var ki. Çok daha fazla baskı hissediyorum ve oyunculuğa çok daha fazla konsantre oluyorum, bu da benim için, müthiş bir şey. Bu nedenle de çok daha fazla karşılığını alıyorum bence– Sadece modellik yaptığımda hep bana engel olunduğunu hissediyorum.  Modellikte aslında kendinizden katacağınız çok şey yok, oysa oyunculuk kısmen estetik tabii, bu nedenle işi alıyorsunuz, ama buradan ulaşabileceğiniz yirmi milyon nokta var.  Peki ne yapabilirsin?  Gel ve bunu kanıtla’, bu da işleri daha da zorlaştırıyor, ama, aynı şekilde çok daha heyecan verici hale getiriyor.”

“Verne Troyer da erken dönemde seçilen bir oyuncuydu,” diyor Gilliam.  “‘Fear and Loathing’de çok kısa bir rol aldı– iki saniye.  Eğer olağanüstü insanlardan oluşan bir kumpanya oluşturacaksak, sıradan bir kısa boylu adam yeterli değil – en kısa adamı bulmamız şart diye düşündüm. Ama, konu sadece boyu değil …. Verne’in davranışlarını biliyorum ve tam Percy’ye uygun biri, çünkü Percy de alaycı, ukala, kimseye katlanamıyor, zaten Verne de böyle biri.”

Troyer : “Percy’de kendimden çok şey buluyorum. Zor bir insan. Alaycı, ukala, hiçbir şeyi ciddiye almayan biri. Bu karakteri oynamaktan mutluluk duyuyorum.  Tekrar oynamam gerekirse, oynarım.  Bu tür zorlukları seviyorum. Terry’nin çok talepkar olduğunu düşünmüyorum, çünkü bir sahne çekilirken ve tam etkiyi vermek istediğinde, ortalıkta boş boş dolaşmak istemezsin.  Bu nedenle Terry’nin yönetmenliğini seviyorum. Ne istediğini biliyor ve kafasında birçok büyük fikir var ve her şeyi eğlenceli şekilde yapıyor.”

Gilliam’ın anlattıklarına göre: “Heath Ledger ‘The Dark Knight’ üzerinde çalışmak için İngiltere’deydi ve ‘Grimm Kardeşler’ için görsel senaryo taslağını yapan ortak bir arkadaşı da yanında getirmişti.  Animasyon bir müzik videosu yapıyorlardı, çalışacak bir yere ihtiyaçları vardı.  Onlara Peerless (bizim VFX şirketimiz) bir projeksiyon/kurul odasını önerdim.  Bir gün, orada ön görsel çalışmalar yapan insanlara görsel senaryo taslağımı gösteriyordum, Heath ve Daniele de orada oturuyordu.  Sekansları göstermeye ve açıklamaya başladım, bu arada, Heath bana ‘Tony’yi ben canlandırabilir miyim?’diyen kısa bir not verdi. Senaryoyu görmüştü, ama ondan katılmasını istememiştim. ‘?iddi misin?’ dedim.  ‘Evet, çünkü bu filmi görmek istiyorum’ dedi. Bu kadar basitti.  Heath bize katıldığında, her şeyin daha kolay olacağını, paranın akacağını düşündüm… gene yanılmışım!

“Sonunda, arkadaşlarım bana Andrew Garfield’ten söz etti. Onu daha önce hiç görmemiştim, ama Los Angeles’te kız arkadaşıyla birlikte çektikleri bir kasedi gönderdi. Her sahneyi üç farklı biçimde canlandırıyordu, ve ‘bu tam aradığım adam, harika” dedim.  Bir hafta içinde Heath beni aradı ve ‘Andrew adında birini oyuncu kadrosuna aldınız mı?’  diye sordu. ‘evet’ dedim.  ‘inanmayacaksın, onun doğumgünü partisine gidiyorum.’ dedi.   Tuhaf tesadüfler başlamıştı sanki.”

Garfield oyuncu kadrosuna katılmaktan mutluluk duyuyordu: “Anton çok eğlenceli, çok açık yürekli, çok sıcak ve çocuksu, ama kendisinden iki kat daha büyük olanlardan daha çok bilgi sahibi.  Dünyaya çok iyi bir pencereden bakıyor, çok saf, çok masum. Bence Terry hayatında her şeyi siyah ve beyaz olarak görüyor.  Filmlerinde, hayatında ve dünyada her şeyi iyi ve kötü olarak ayırmayı seviyor.  Sanırım ben iyiler arasında yer alıyorum, ama bazen karanlığın beni esir aldığının izlerini de sergiliyorum. Ama sanırım ben Terry’nin çocukluk, delikanlılık haliyim, kim olduğunu ve nereye ait olduğunu anlamaya çalışan ama iyi olmaya ve umutsuz bir şekilde yardım etmeye çalışan hali.

“Terry çok dürüst biri.  Hiçbir zaman senden daha iyi bildiğini kanıtlamaya çalışmıyor. Sana seninle eşitmiş gibi davranıyor ve o gün senden bir şey üretmeni bekliyor, bu yüzden her şey ona ve çevresindeki ekibine bağlı değil. Her gün üzerimizde gerçek anlamda bir baskı vardı, işe gelmek, o anı yaşamak, yaratıcı olmak, cesur olmak.  Aslında, normalde geçmeyeceğin bir çizgiyi geçme konusunda sana cesaret veriyor. Ne zaman mutlu olduğunu, ne zaman pek mutlu olmadığını biliyorsun. Ama hiçbir zaman buyurgan değil, her zaman cesaret verir.”

Gilliam’ın katılımcı yolculuğunun bir sonraki aşaması başlamıştı. “Provalar ilginçti, çünkü aktörler karakterlerini bulmaya çalışıyordu, en bariz olanı her zaman Christopher idi.  Bir sahneyi senaryoda olduğu gibi, yazdığı gibi çekmeye başlıyorduk ve sonra ‘Parnassus burada merdivenlerden iniyor’ diye söylediğimde ‘Bence böyle olmamalı, Parnassus’un bu noktada girmesi gerektiğini düşünmüyorum’ derdi ?hristopher.  Ben ‘neden?’ diye sorduğumda Chris de: ‘sadece ortalıkta duracak, bir şey yapmayacak ….’ derdi. Büyük bir tiyatro oyuncusu her zaman ne yapacağını ve ne zaman giriş yapılmaması gerektiğini bilir.

“Şu ana kadar yapmadığım biçimde doğaçlamaya izin verdim bu filmde ve bu, Heath ile başladı…..o kadar çok özgün fikri ve yeni diyalog önerisi vardı ki aynı zamanda çok hızlı ve de  yaratıcıydı. Bir anlamda hala Joker’i oynuyordu, bu onu daha önce hiç yaşamadığı kadar özgür bırakıyordu. Bana hep şunu söylüyordu ‘İçimde olduğunu bilmediğim sahneleri canlandırıyorum.  Buna inanamıyorum.’ İlk birkaç prova haftası esnasında, daha önce hiç doğaçlama yapmamış olan Andrew onunla yarışmaya çalıştı, ama Tony karakterini canlandıran Heath çok hızlıydı, çok iyi odaklanmıştı ve gözü karaydı. Bu işe yaramadı. Sonunda Andrew başka bir düzlemde onunla yarışabileceğini ve aynı zamanda oynadığı karakterin değerini koruyabileceğini anladı …. neşeli ve matrak davranarak.  Bu, Anton’a Tony’nin başa çıkamayacağı bir tür güç kattı.

“Her zamankinden çok daha fazla filme kaptırıyordum kendimi.  Bunun en büyük nedeni Heath’in coşkusu, enerjisi ve bize sunduğu yep yeni fikirlerdi. Onu izliyordum ve ‘hadi bunları kullanalım’ diyordum. Ben her zaman yönetmen değilim, sadece filtreyim derim.  Fikrin kimin olduğu ile ilgilenmiyorum, yeter ki en iyi fikir olsun.  Neyse ki hangisinin en iyi olduğunu seçme konumunda olan kişi benim.

“Çok ilginçtir, Heath öldüğünde, Heath’in bıraktığı boşluğu Andrew doldurmayı başardı – yaptığı doğaçlama mükemmel ve eğlenceliydi. Daha önce komedi oynayabileceğini düşünmediğini söylemişti, çünkü hep yoğun, ciddi karakterleri canlandırmıştı. Her şeyin değişmesi ve gelişmesini görmek, filmin süreç içinde çekilmesine tanık olmak muhteşemdi.”

Yapımcılar oyuncu kadrosundan memnundu. “En önemli şey bir aktörün rolünü oynaması ve ona hayat vermesidir,” diyor Samuel Hadida.  “Efekt, dizayn ve görsellere sahip olmak büyük avantaj ama sadece oyuncularının performansıyla bu filme duygu katılabilir. Ve işte tam bu noktada yönetmenin özel yeteneklere ihtiyacı vardır; yarattığı dünya için en iyi oyuncuları bulmak.  Terry onların gözlerinin içindeki kıvılcımı, nasıl hareket ettiklerini, karakterleri nasıl canlandırdıklarını görüyor. Çok yetenekli olduğunu düşünüyorum.  Sadece kendine ait bir dünya yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda bu dünyanın nasıl canlı kalabileceğini de çok iyi biliyor.

“Yapımcı olarak, Terry Gilliam gibi bir yönetmenin kendisini ifade edebilmesi için– vizyonunun kağıttan perdeye aktarılmasını sağlamak için gerekli özgürlüğü ve araçları sunmanız gerekir.  Amacımız, vizyonunu oluşturmaya başladığı andan itibaren ona yardım etmek, kendisine en iyi filmi gerçekleştirmesi için ihtiyacı olan her şeyi vermektir”

Bir yanıt yazın