Herkesin Keyfi Yerinde – Everybody’s Fine

HERKESİN KEYFİ YERİNDE
5 Şubat 2010’da Türkiye Sinemalarında Gösterilmeye Başlanıyor

“Siz çocukların derdi ne, anlamadım.
Annenize her zaman her şeyi anlattınız, bana hiçbir şey anlatmadınız.” ? Frank Goode

Hiçbir aile mükemmel değildir. Bir aile ne kadar çok mükemmel gibi görünürse o ailede o kadar çok sır vardır ve Goode ailesinde de durum farklı değildir. Frank Goode ailesini ayakta tutabilmek ve mümkün olan her imkâna ulaşmak için fırsat bulduğu her saat çalıştı. Ve beklendiği gibi artık 60 yaşına geldiğinde, zamanın geçip gittiğini ve çocuklarının büyüdüğünü göremediğini fark eder. Zamanı geri döndürüp çocuklarıyla tekrar bir araya gelme hevesiyle Frank ani ve kıtalararası bir yolculuğa çıkar. Ancak kısa sürede karısının ona çocukların durumlarıyla ilgili bilgi verirken, kötü haberleri atladığını ve iyi haberleri abarttığını fark eder.

Aile hakında bir filmin, aile değerlerinin önemi hakkındaki vaazlarıyla ünlü bir ülkeden çıkması sürpriz değil – İtalya. Filmin orijinali 1990’da Giuseppe Tornatore tarafından yazıldı ve yönetildi, bu filmden sonraki projesi Oscar kazanan bir klasik olan “Cinema Paradiso.”

Neredeyse 20 yıl önce İtalyanca orijinal senaryoyu okuduğu andan itibaren yapımcı Gianni Nunnari (“The Departed”, “300”, “Shutter Island.”) Tornatore’nin gözüyle tam bir İtalyan olan o babanın ve ailenin, Amerika Birleşik Devletleri’nin geniş topraklarına ve daha kapsamlı Amerikan dramatik komedisine uyarlanırsa nasıl olacağını düşündü. Günün birinde farklı bir kültürel anlayışla hikâyeyi tekrar okuyabileceğini ümit ederek, filmin haklarını satın aldı.

Kaderin bir cilvesi sonucu, bunu bir İngiliz gerçekleştirecekti. Nunnari çok beğenilen, çıkış yapan hit komedi filmi “Waking Ned Devine”i izlediğinde, belirgin bir İngiliz komedi tarzına sahip yazar-yönetmen Kirk Jones’un, “Stanno Tutti Bene”filminin yepyeni bir uyarlamasını yapacak küçük düzeltmelerin ve derin duyguların karışımına sahip olduğunu sezdi ve ona Tornatore’nin filminin bir kopyasını gönderdi.

“Waking Ned Devine”i yazıp yöneten ve filmin o yıl dünyada en çok hâsılat yapan ikinci film (bütçeye oranla) olmasını izleyen Jones, Universal ve Working Title Films için Emma Thompson’ın yazdığı ve oynadığı “Nanny McPhee” filmini yönetti. Ancak 2007 itibarıyla bir sonraki projesini bekliyordu.

Jones, Tornatore’nin hayranı olduğunu kabul ediyor ve bir senaryo yerine, daha önce başka bir dilde çekilen bir filmin DVD’sinin gelmesinin onun için tuhaf olduğunu ancak yine de hemen kabul ettiğini söylüyor.

“Bir süredir Amerika’da yapacağım ilk projem için arayış içindeydim ancak daha önce yaptığım gibi filmi hem yazmak hem yönetmek için hevesliydim. Bunun anlamı, bir stüdyonun geliştirdiği ve daha önce bir düzine yazarın elinden geçen bir filme kendimi adapte etmek yerine, Amerika’ya doğal bir bağım olan bir projeyle gelmem demekti. İşlerin basit olmasını ve ‘Waking Ned Devine’de yaptığım gibi senaryoyu yalnız yazmak istedim.”

“Doğru projeyi bulmak ev satın almak gibidir, sizin için uygun olduğunu içgüdüsel olarak en baştan bilirsiniz ve orijinal İtalyan versiyonu birkaç dakika izledikten sonra filme gerçekten bağlandım, ilgimi çekti, beni duygulandırdı ve beni güldürdü. O kadar sade ve tutkulu bir hikâye.” diyor Jones.

Nunnari şöyle diyor, “Birden bire Kirk aradı ve “HERKESİN KEYFİ YERİNDE” filmini gerçekten yapmak istediğini söyledi. Ve filmi en baştan yapmak istiyordu, kendi yaratıcılığıyla filme dört elle sarılmak ve orijinal filmin fikrini başlangıç noktası alarak yeni bir senaryo yazmak istiyordu. Yazdığı senaryo ilginç karakterlerin küçük bir dram komedi senaryosu değil büyük bir Amerikan yolculuğuydu. Kirk’ün kendini ifade etme tarzı olağanüstü – tüm insani duyguları yazıyor.”

Jones; “Orijinal filmi sadece üç kez izledim. Filmin sadece çevirisini yapmak ya da aynı versiyonu farklı bir dilde çekmek istemedim, bunu istemedim ve Tornatore’nin benden beklediğinin bu olmadığını biliyorum, kendi filmim olmalıydı. İlgimi çeken temanın aile olmasıydı, elbette tüm dünyada karşılaşabileceğiniz bir konu bu.”

Ancak Jones, bir İngiliz olarak bir Amerikan yol filmi yazmanın zorluğunun da farkındaydı. “Hazırlanmadan çalışmaya başlamak istemedim. New York’a bir uçak bileti aldım ve filmde Frankie’nin yaptığı gibi Amerika’yı dolaştım, en ucuz motellerde kaldım, Greyhound otobüsleriyle ve Amtrak trenleriyle yolculuk yaptım, yolda insanlarla konuştum. Yalnız yolculuk etmek, bir ülkeyi derinlemesine keşfetmek, insanlarıyla tanışmak ve onlarla bağ kurmak için en iyi yol. Neredeyse 2000 fotoğraf çektim ve 100 röportaj kaydettim, taksi şoförlerinden otel resepsiyonistlerine, otobüsteki uçuk tiplere kadar benimle kim konuştuysa. Filmdeki birçok fikir buradan çıktı; telefon kabloları, uçuk tipler ve gerçek insanlar, tekerlekli çantalar, hepsini yollarda gerçekten gördüm ve kaydettim.”

Senaryosunun bu kadar özel olmasının nedeni, bir yabancı olarak Jones’un Amerikan ailesine bakış açısıdır belki de. Sorumlu yapımcı Callum Greene: “Bir İngiliz olarak Kirk, biz Amerikalıların doğal karşıladığı birçok şeye farklı bir açıdan farklı bir bakış getirdi. Aile hayatının günlük rutininde bizim fark edemediğimiz güzellikleri buldu.”

Evrensel bir konu olarak aile

Üç çocuk babası olarak Jones, çocukları için sadece en iyisini yapmak isteyen bir babanın hikayesiyle çok iyi bir bağ kurdu ancak aynı zamanda ebeveyn olmanın duygusal açıdan çok karmaşık olabileceğini de biliyor.

“Her baba Frank’in bu hikâyede yaşadığı çelişkili hislerle kendini özdeşleştirebilir; çocukları ve ailesiyle çok az vakit geçirdiğini fark eder çünkü onların güvende olması için uzun saatler boyunca çalışması gerekliydi. Son yıllardaki tüm bu teknolojik gelişmelere rağmen, işi ve aileyi dengelemenin modern ebeveynlerin en çok zorlandığı ikilem olması ilginç. Frank kablo fabrikasında çift vardiya çalıştı, çocukları uyanmadan işe gitmek için evden çıktı ve onlar uyuduktan sonra eve döndü. Hiçbir şey değişmedi, bilgisayarların, e-postaların, kısa mesajların ve cep telefonlarının artışı, her zaman ulaşılabilir, her zaman çalışan, farklı saat dilimlerini kapsayan, asla tamamen rahatlayamayan ya da ev ve ailenin önemine odaklanamayan insanlar olmamıza katkıda bulundu sadece.” dedi Jones.

Jones, Frank’in çocuklarının belki de o kadar da mükemmel olmadıklarını anlamasından da etkilendi.
“Çocuklar mükemmel olmak zorunda değil, aileler mükemmel olmak zorunda değil. Önemli olan öğrenmek, olgunlaşmak, daha toleranslı olmak ve çocuklar olduğu kadar ebeveynler için de önemli bir yolculuk bu. Ancak modern dünyada çocuklardan beklenen fazlasıyla aşırı. Ebeveynler çocuklarını çok erken yaşta okumaları, yazmaları ve bir müzik enstrümanı çalmaları için zorluyorlar. Küçük çocuklar için okuldaki sınavların, teslim tarihlerinin ve hedeflerin artışı, onlara gün içinde dinlenmek, hikâyeler dinlemek ya da şekerleme yapmak için ayıracak vakit bırakmıyor. Yolculuğum sırasında insanlarla modern dünyada Amerikan Rüyası’nın durumunu, çok çalışarak başarmak istenilenin başarılması fikrini konuştum, çocukların başarabileceklerinin gerçekçi olup olmadığını sorguladım.”

“Frank’in çocukları için arzu ettiklerini incelemeye başladım. Çocuklarını seviyordu ve onlar için en iyisini istiyordu, onların tüm potansiyellerini kullandıklarını görmek istiyordu fakat bunu o kadar çok istiyordu ki çocukları başarılı olmak için üzerlerinde baskı hissettiler ve onun gururlanması için başarılarını abarttılar.”

“Ebeveynlerin beklentilerinin, gerçeğin çok üstünde olmasının sık rastlanan bir şey olduğunu düşünüyorum. Frank sadece çocukları için en iyisini istediğinden dolayı suçlu. Onlara ilham vermek istedi, onların zirveye ulaşmalarını istedi ancak maalesef sonuç, çocukların babalarının istediği yerde olmadıklarını hissetmeleri oldu.”

De Niro’yla tanışmak…

Robert De Niro, Frank Goode rolü için Jones’un tek tercihiydi. Jones filmi ona sunmak için ilk kez 2007’de yapımcısı Glynis Murray’le birlikte New York’a gitti.

“Biraz gergindim çünkü muhtemelen yaşayan en büyük oyunculardan biriyle tanışacaktım ancak daha da önemlisi ona filmi sunmak için tek şansım olduğunun farkındaydım. Birkaç dakika içinde Bob’un varlığıyla birlikte tamamen rahatlamıştım. Ona baktım ve onun Frank Goode olduğundan hiç şüphe etmedim, sadece onun da bunun farkına varmasını umdum.” dedi Jones.

“Bob özellikle gerçek insanlar kullanmak ve oyuncu olmayanlarla doğaçlama sahneler yapmakla ilgileniyordu. Her şeyin ötesinde o bir baba, projeyi her düzeyde anlıyor, anında o duygusal havadan ve evrensel baba temasından faydalanabilir.” dedi Jones.

Jones yapımcı Glynis Murray’e güveniyordu, daha önce “Waking Ned Devine” ve “Nanny McPhee”yi de yapmıştı, filmi onunla yapmak istiyordu ve senaryonun ilerleyiş şekli onu heyecanlandırıyordu. “Kirk, Tornatore’nin filminin duygusunu alıp Amerika’nın çok daha geniş topraklarında baştan yapmak için bu fırsatı kullandı.” dedi. “Aynı zamanda tamamen evrensel olan ebeveynler ve çocuklar konusu üzerinde durdu; İngiliz, Amerikalı, İtalyan, Hintli ya da hangi milletten olursanız olun bu konu sizi canevinizden vurur. Filmin güçlü konularından biri, yanlış yönlendirilen sevgi. Frank çocuklarından beklediklerinde yanıldı ve çocuklar da ondan bir şeyler saklamakla yanlış yaptılar, yine de gerçek sevginin var olduğunu görebilirsiniz. Güçlü bir malzeme ve bir sürü insanın kendi ailelerini göreceklerini düşünüyorum.”

Senaryodaki duygu ve güç ilk olarak New York’ta De Niro ve oyuncu arkadaşların okumalarında ortaya çıktı. Jones şöyle anlatıyor, “Çok özel bir durumdu, böylesini muhtemelen bir daha asla yaşayamayacağım. Bununla ilgili çok fazla şey söyleyemeyeceğim çünkü özel bir okumaydı ve özel kalması gerekiyor ancak orada bulunanlar bunun inanılmaz bir duygusal deneyim olduğunu söylüyorlar.”

Jones’la tanışmak

“Kirk’ü çok sevdim.” diyor De Niro.  “Bana tüm fotoğrafların sunumunu gösterdiğinde, onunla ilgili özel bir şey olduğunu ve onunla çalışmanın bakış açısı itibarıyla özel bir proje olduğunu söyleyebilirdim, sonuç ne olursa olsun. Sonra ‘Waking Ned Devine’i izledim ve karar verdim. O noktadan sonra, filme ne zaman başlayabileceğimizi konuştuk.”

De Niro filmin orijinal Tornatore versiyonunu da izledi fakat Jones’un yapmak istediğinin çok farklı olduğunu ve kendi performansına çok az uyarlanabileceğini gördü. “Hoşuma gitti fakat tamamen farklı bir film tarzı. Daha abartılı ve daha geleneksel, Mastroianni çok farklı bir şey yapıyor, o yüzden de eğer isterseniz onları iki farklı şey olarak görüyorum.” diye açıklıyor.

De Niro’nun filmdeki çalışmasına en çok etkisi olan şey, bir baba olarak kendi tecrübesiydi.  “Basitçe söylemek gerekirse, bu filmle kendimi özdeşleştirebiliyorum.” diyor De Niro. “Frank’in çocuklarıyla yaşadıklarını anlayabiliyorum ve bu benim için çok ilginçti.”

De Niro’nun performansındaki en küçük detaylar, Frank’in çocuklarının şefkatine ne kadar ihtiyacı olduğunu ve ne kadar aç olduğunu ortaya çıkardı. Glynis Murray: “De Niro’yu süpermarkette çantasıyla tek başına yürürken veya kendi fotoğraflarını çekerken ve sonra fotoğraf makinesini küçük çantasına dikkatlice koyarken gördüğünüzde, birçok insan o an şöyle hissediyor, ‘o benim babam!’ İnanılmaz bir özdeşleştirilme var onda.”

De Niro Jones’un yaklaşımından da etkilendi.  “Çok gerçekçi bir hikâyeydi fakat Kirk’ün Frank’le biçimsel olarak yapmak istediğinde ve kafasındakilerde bir tür gerçeküstücülük, dışavurumcu bir özellik var.” dedi.

Frank’in çocuklarının hepsi modern profesyoneller olsalar da, yıllarca telekomünikasyon fabrikasında çalışmış biri olarak, tüm ülkenin konuşmalarını aktaran telefon kablolarının tellerini kaplayan biri olarak Frank, mavi yakalı kökenini selamlıyor – telefonu artık çalmaz olduğunda bu durum daha da üzücü ve ironik oluyor. De Niro, Frank’in bu özünü karakterinin temeli olarak görüyor – aile geçimini sağlayan birinin geleneksel gururu ve bu görevinin sevginin bir şekli olarak görülmesi umudu.

“Frank kapladığı tüm kabloları çocuklarını bugün oldukları yere getiren şey olarak görüyor.” diyor De Niro ve ekliyor:  “Frank için bu, her şey demek; hayatının ölçüsü bu.”

Filmdeki evrensel konular oyuncuları ve ekibi de etkilemiş, birçoğu kendi aile deneyimlerini ve beklentilerini “HERKESİN KEYFİ YERİNDE”deki hikâyeyle doğrudan özdeşleştirmiş.

Jones oyuncu seçmelerini ve görüşmeleri anlatıyor: “Daha önce hiçbir profesyonel iş görüşmesinde ağlayan biriyle karşılaşmamıştım fakat tanıştığım her dördüncü teknisyen ya da oyuncunun kendi ailesi, ebeveynleri, çocukları ve senaryo hakkında konuşmaya başlamasını ve sonunda gözyaşlarına boğulmasını bekliyordum. O kadar sürekli bir hal aldı ki oldukça komik bir duruma geldi ve kendimi yapımcım Glynis’le birlikte insanları teselli ederken ve bunun sık görülen bir şey olduğunu söylerken buldum. Nadiren keşfedilse de aile temasının insanlar için ne kadar güçlü olduğunu fark ettim. Daha önce filmi kimlerin izlemeye gideceği sorulduğunda kimsenin filmi izlemek isteyeceğini sanmadığımı söylemiştim… ebeveynleri, kardeşleri ya da çocukları olanlar dışında.”

Frank’in kızı Rosie’yi oynayan Drew Barrymore, durumu şöyle özetliyor: “Goode ailesindeki herkesin o kadar da iyi olmadığı ortada fakat modern ailelerde durum böyle, mutluymuş gibi görünüyorlar ve hikayenin özü de bu. Goode ailesi sonunda ‘herkesin keyfinin yerinde’ olması gerekmediğini, ‘herkes gerçekte ne yaşıyorsa onu yaşıyor’ durumunu fark etti. Aile, büyük bir mutluluk ya da bir kutlama zamanında olduğu gibi zor zamanlarda ve üzüntü olduğunda da birbirini sevmek demektir.  Aileyi kurtarmanın en harika anları, havada dürüstlük olduğu anlardır.”

Aile oyuncularını seçmek

Jones, De Niro’yla birlikte ailenin geri kalanını seçmek zorundaydı. “Aile oyuncularını seçmek çok zor olabiliyor, temel fiziksel gereklilikler olduğu gibi kardeşler arasındaki kimyaya da uymak gerekir. Mükemmel bir aile yapmaya çalışmıyordum, gerçek bir aile yapmaya çalışıyordum bu nedenle en büyük kızın otoriter, en küçük kızın hassas olmasını istedim, vesaire.”

Las Vegas’ta lüks bir hayat yaşıyormuş gibi görünen dansçı Rosie rolü için Jones, Barrymore’dan yardım istedi. Barrymore sadece günümüzün en önde gelen oyuncularından biri değil, aynı zamanda “Charlie’s Angels” serilerini yapan başlı başına bir film yapımcısı ve bu sene “Whip It”  adlı komedi dram filmiyle yönetmenliğe adım attı. “Sonsuza kadar Drew’u beyazperde de izleyebilirim.” diyor Jones.  “Olağanüstü bir güzelliği ve kamera önünde çok rahat bir doğası var. Bence izleyiciler çok rahatlar ve onunla bağ kuruyorlar çünkü onun büyümesine tanık oldular.”

Barrymore’u çeken tek şey olmuş: Kirk Jones.  “Kirk’ün senaryosu beni gerçekten, gerçekten çok etkiledi.” diyor oyuncu. “Tarzı çok görsel ama aynı zamanda çok duygusal. Ve bana göre tüm dünyada çok yaygın olan bir şeye girişiyor – aileler bazı şeyleri halının altına süpürüyor. Bağlanmak ve iletişim kurmakla ilgili bir film ve tüm fikri ilgi çekici buluyorum. Büyürken, insanların ne kadar uzak olabildiklerini, ne kadar ayrı büyüdükleri ve aileyle arkadaşlara vakit ayırmanın ne kadar zor olduğunu görmek şok etkisi yapabiliyor. Kirk’ün bunu anlatmak istemesini sevdim çünkü bence bu çok önemli.”

Rosie’nin babası için yapmaya çalıştığı şarkı ve danstan da çok etkilenmiş. “Rosie babası için bir gösteri düzenliyor çünkü küçük kızı, hayallerini gerçekleştirdiği için babasının gurur duyduğunu biliyor. Zor durumda olsa da bunu babasına göstermeyecektir.” diyor Barrymore. “Doğru olanı yapmaya çalışıyor ancak kardeşleri gibi, kırılması gereken bir kısır döngü içine giriyor.”

Barrymore diğer oyuncu arkadaşlarıyla çalışmaya başladığında karakterin gerçekten var olduğunu söylüyor. “İnsanların tek okuma yaparak bir anda aile oldukları şu sahte Hollywood ailelerinden nefret ederim.” diyor.  “Bu farklıydı çünkü birlikte çok vakit geçirdik böylece şefkatin dokunma duygusu aramızda oluştu.”

Devam ediyor: “Özellikle Kate Beckinsale’le kız kardeş olmayı çok sevdim. O harika bir kız ve muhteşem bir oyuncu, bu enerjiye dahil olmak çok kolay oldu. Sam Rockwell’le daha önce birkaç film yapmıştım ve onunla yine çalışma şansı elde etmek her zaman büyük zevktir. Robert De Niro’ylayken, ona sadece ‘Bob’ diyemeyeceğimi hissettim, bu yüzden de ona ‘Babacığım’ demeye başladım. Onu iyice tanımak istedim, aramızdaki o duygular perdede kendiliğinden oluşsun diye.”

“Pearl Harbor.” “Van Helsing” ve “Snow Angel” gibi filmlerle tanınan İngiliz oyuncu Kate Beckinsale de Amy rolüne hazırlanmak için benzer bir deneyim yaşamış. Reklam Müdürü olan Amy de babasından evliliğiyle ilgili önemli şeyler saklamaktadır. “Gerçek bir aile gibi birbirimize bağlandığımızı ve kenetlendiğimizi düşünüyorum.” diyor.  “Herkes hikayeyle ilgili olarak çok duygusaldı. Karakterlerimizle aynı şeyleri yaşamamışız olabiliriz ancak ailedeki sırlar, ebeveynlerinizi korumaya çalışmak ve kardeşlerle ilişkiler herkesin kendini özdeşleştirebileceği bir konu.”

Frank, Amy’nin çarpıcı mimarisi olan evine gittiğinde, magazin dergisi kapağının içindekilere uymadığını fark ettiğini söylüyor Beckinsale.  “Tuhaf bir kriz anında habersiz bir şekilde çıkıp geliyor ve Amy yalan söylemeye başlıyor and artık durduramayacağı bir hale geliyor.” diyor.  “Bence Amy için hayatın pratik alanlarında çok başarılı olan tek aile üyesi olmaktan vazgeçmek özlelikle çok zor. Erkek ve kız kardeşlerinin hepsi sanatçı ancak o hep sorumluluk sahibi, pragmatik ve çalışan anne olmuştur. Babasının bunu görmesini istiyor.”

Beckinsale şöyle devam ediyor, baba-kız enerjisine girmek kolaydı çünkü De Niro onda bunu uyandırmıştı. “Bize kendi babamızı hatırlatan o özelliğin onda olduğunu hepimiz hissettik.” diye açıklıyor. “Seti kısa bir süreliğine ziyaret edenler dahil, herkese kendi babasını hatırlatan şey, onun nasıl baktığı ya da ne yaptığıyla ilgili değil, onda o güç ve hassaslığın karışımı var.”

Kaderin bir oyunu sonucu, Beckinsale’in kendi kızı Lily Mo Sheen, Amy’nin genç kızlığını oynuyor.  “Ben çalışırken Lily hep benimle gelir fakat sonra onu seçmelere çağıran o telefonu aldım.” diye anlatıyor oyuncu.  “Bunun iyi bir fikir olmayacağını düşündüm çünkü keskin bir İngiliz aksanı vardı ve Amerikan aksanıyla konuşmak çok zordu. Fakat başardı ve bende ‘biraz daha zormuş gibi yapabilir misin?’ dedim.”

Beckinsale kızının ilk oyunculuk denemesine doğrudan De Niro’yla başlayacağı gün gergindi. Şöyle anlatıyor: “Onun için o kadar dehşete düşmüştüm ki donup kalmıştım… fakat o çok iyiydi ve bittiğinde şöyle dedi, ‘Harikaydı, keşke George Clooney gibi ünlü biriyle olsaydı.’”

Barrymore ve Beckinsale gibi, Frank’in oğlu Robert’ı oynayan Sam Rockwell, dağılmış modern aile olgusunu irdeleyen hikayeye kapılmıştı. “Bugünlerde neredeyse herkes ebeveynlerinden uzaklaşmış gibi görünüyor.” diyor. “Ortak bir sorun dolayısıyla bir tür ruhunu arama filmi bu.”

“Confessions of A Dangerous Mind.” “Match Stick Men.” “The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford.” ve “Moon” gibi filmlerdeki sıradışı rolleriyle tanınan Rockwell, ne iş yaptığını babasının bilmemesine rağmen yetişkinliğe kadar iyi kötü geçinebilen Robert’tan etkilenmişti. “Robert tüm hayatını bir şekilde sır gibi saklamış.” diye düşünüyor. “Babası annesinin söylediklerinden Robert’ın besteci ve orkestra şefi olduğu izlenimini edinmiş ve Robert da buna izin vermiş, ancak gerçekte o bir perküsyonist. Frank geldiğinde yıllarca ailesinden uzak kalmayı başarmıştı.”

Robert aynı zamanda babasına ideal bir çocukluk geçirdiklerini düşünmediklerini söyleyen ilk Goode çocuğu. “Frank’e gerçeği ilk söyleyen ve onunla gerçekçi bir şekilde yüzleşen o oluyor.” “Ancak Robert bile kardeşleri David hakkında babasına yalan söylüyor. Hepsi babalarını mahvedeceğinden korktukları şeyden onu korumaya çalışıyorlar. Fakat ebeveynleri korumaya çalışırken fazla ileri gidildiği noktasını da görmeye başlıyorlar bence.”

Glynis Murray, Rockwell’in performansı için şöyle söylüyor:  “Onu komik, korkutucu ve çok güçlü olduğu rollerde gördük ancak onu daha önce hiç böyle içgözlemsel bir rolde, bu kadar hassas birini oynarken gördüğümüzü sanmıyorum. Oldukça farklı ve bence onun için harika bir rol.”

Çekimlerin başlamasıyla birlikte Barrymore, Beckinsale ve Rockwell, De Niro’yla birlikte sıkı aile bağları kurdular ve Jones bu rahat atmosferin sete taşınmasını sağladı. Filmi dijital bir formatta çekme kararı aldı. Bu da ona kamera çalışırken oyuncuları tekrar yapmaları için cesaretlendirme fırsatı sağladı, filmle çalışsaydı kesmek zorunda kalacaktı.

“Herkes kesmek zorunda kalmadan kamera çalışırken oyuncuların doğaçlama yapmalarına izin verilmesi olayını çok sevdi.” diye açıklıyor. “Oyuncular gerçek bir aile hayatını hissettiren bir ritme girebildiler. Bu kadar çok çekim yapmanın tek dezavantajı kurgu odasında seçim yapmak için çok zaman geçirmeniz. Çekimlerden sonra en iyi sahneleri yakalamak için aralıksız olarak üç hafta boyunca günde 12 saat günlük çekimleri izledim.”


Yolculuk

Frank Goode dört yetişkin çocuğunu görmek için yollara düştüğünde, kaybedeceğini hiç düşünmediği bir şeyi fark eder: ailesini. Frank kısa sürede karısının ona olan sevgisiyle, aile hayatının detaylarından onu koruma ihtiyacı hissettiğini fark eder, endişeleneceğini bildiği şeylerden.

Yolculuğu sırasında düşünecek zamanı, onu daha kapsamlı konuşmalara iten yabancılar oldu ve Frank şunu fark etti: çocuklarının onunla daha dürüst olmasını istiyorsa, onunla daha sık konuşmaya başlamalarını istiyorsa ve iyi haberlerin yanı sıra kötü haberleri de paylaşmalarını istiyorsa, kendini değiştirmeye başlamalıydı.

Filmin özü duygusal ve fiziksel bir yolculuktan ibaret.Jones şöyle söylüyor, “Frank gezisi boyunca bolca fotoğraf çekse de, keşif gezisinin fotoğraf koleksiyonundan çok daha öte bir şey olduğunun, bir değişimle olduğunun, alışık olunmayan durumlara ve kendi dünya görüşünüzden farklı görüşlere sahip olan yabancılara maruz kalmakla ilgili olduğunun altını çizmek istedim.”

“Eyaletin sunduğu vergi avantajlarından yararlanmak adına filmin Connecticut’ta çekilmek zorunda olması bize lojistik zorluklar getirdi. Bu nedenle de tek eyaletteyken tüm Amerika Birleşik Devletleri’nde yolculuğa çıkılmış gibi göstermemiz gerekiyordu.”

“Bu çözümün kısmen elimde olduğunu biliyordum. Ülkeyi dolaştığımda, Frank için bir meslek bulmaya çalışıyor ve resimlerini çektiğim o güzel manzaraları nasıl kullanabileceğimi düşünüyordum. St. Louis’den Kansas City’ye yolculuk ederken trenden dışarı baktığım sırada önümde dizilen telefon direklerini fark ettim. Frank’in milyonlarca insanın iletişimini sağlayan bir telefon kablosu üreticisi olmasının, ancak kendi ailesi içinde iletişim kurmakta zorlanmasının müthiş bir ironi oluşturacağını anladım.”

“Bunun yanında, ne kadar çok telgraf direği olduğunun farkına vardım ve onların en çarpıcı manzaralardan geçtiğini görmeye başladım. Böylece hikayenin gelişimiyle doğru orantılı olarak direklerin, tellerin ve konuşmaların olduğu manzaraları çekmemin dramatik bir nedeni olduğunu ispatlamış oldum. ”

Direkler ve manzaralar küçük bir ikinci ekiple tüm ülke çapında çekilmişti ve Jones ilk yaptığı ülke gezisinde gittiği şehirlere ve eyaletlere yeniden giderken buldu kendini. “Bir Greyhound otobüsüyle gittiğim yerlere geri dönmek tuhaftı fakat şimdi oralara film ekibiyle gidiyordum. ”

Direklerin ve manzaraların eklenmesi filmin nefes almasına ve yolculuk izlenimi vermesine yardımcı oldu ancak Jones Connecticut’ı bir düzine eyalete benzetme zorluğuyla karşı karşıyaydı. Sadece New England’ı tüm Amerika gibi göstermek için değil aynı zamanda duygusal olarak bir yolculuğa benzeyen bir hikaye yaratmak için Jones yaratıcı ekibinden yardım istedi. Ekibin başında daha önce Jones’la “Waking Ned Devine” ve “Nanny McPhee”filmlerinde görüntü yönetmeni olarak çalışan Henry Braham ve prodüksiyon tasarımcısı Andrew Jackness (“Killshot”) bulunuyordu.

Braham şöyle açıklıyor,  “Bu filmin konusu sadece ebeveynlerle çocukların birbirlerine nasıl bağlandıkları değil aynı zamanda yalnızlıktan tekrar bağ kurmaya karar veren bir adamla da ilgili.  Bir anlamda bu bir yol filmi, o nedenle her karede karakterlerin etrafındaki düzenlemeler çok önemliydi.”

Braham ve Jones filmi yepyeni bir dijital teknolojiyle çekmeye çok önce karar vermişlerdi – gelişmiş Panavision Genesis kamera.  “Modern Amerika hakkında bir film yapma hevesindeyiz bu yüzden de filmi en modern şekilde çekmeliydik.” diyor Braham. “Filmi yapış şeklimize, tarzına ve filmin duygusuna çok büyük bir etkisi oldu. Size sıradan durumları ve şehirlerin dış görünüşlerini alıp onları gerçekten çok güzelmiş gibi gösterme imkanı sunuyor. Kirk filmi dijital formatta çekerek kendine çok zıt bir şey yaptı, ancak ikimizin de bunun görsel açıdan çok heyecan verici bulduğumuzu düşünüyorum.”

“Dijital format, hem geleneksel mercekler kullanmamızı, hem de 35 mm için gereken ışığın sadece bir kısmıyla yetinmemizi sağladı. Bu, çekim mekanlarda hazırlanma vaktimizin daha az olduğu, çekim vaktimizin daha çok olduğu anlamına geliyordu, ayrıca ekip olarak daha hızlı hareket edebilecektik. Sonuç olarak, karanlıktan sonra bile doğal ışığın üzerine çok az ışık ekleyerek muhteşem manzaralar çektik. Güneş battıktan çok sonra otobüs duraklarında, metrolarda ve kayalık vadilerde çekim yaptık ve sonuçlar neredeyse grensiz, doğal sahneler oldu.” diyor Braham.

Görüntü yönetmeni için o görsel heyecanın bir parçası Robert De Niro’nun yüzünün manzarasını çekmekti.  “Onun yüzüne bakmak özellikle çok ilginç çünkü o anda ne hissettiğini tam olarak anlayabiliyorsunuz.” diyor Braham. “Kamera De Niro’yu seviyor çünkü gözlerinde izlemek istemediğiniz bir şeyin olmadığı hiçbir an olmuyor.”

Braham’ın ekibi Amerika’nın dört köşesinden manzaralar çekmek için sonunda üç haftalık bir yolculuğa çıktığında, filmin dramatik etkisi tamamen Connecticut eyaletinde çekildi. Bu durum, beyaz perdedeki işinde tiyatro ve opera için yaptığı kapsamlı tasarım işinden esinlenen prodüksiyon tasarımcısı Jackness için çekici bir yaratıcı mücadele oldu.

“Frank’in yolculuk ederken nerede olduğuna dair belirgin bir his yaratılması hikaye anlatıcılığı için çok önemliydi.” diye açıklıyor Jackness. “Benim işim, Frank Doğu Sahili’nden New York’a, Chicago’ya, Denver’a, Las Vegas’a giderken ve geri gelirken, 60 farklı mekanı bir tek görselde bağlamaktı. Amaç her dünyayı ayrı gösterirken bir taraftan da hepsini bir araya getirip birleştirmekti.”

Jackness, Jones’un Amerika gezisinde çektiği meşhur fotoğraflara bakarak ve Frank Goode’yi tanıyarak başladı. “Senaryoda Frank’le ilgili beni çeken şey, çevresine tamamen kendini kapatmış olması. Kendi mükemmellik anlayışıyla bağdaşan bahçesiyle başladı ve bu yolculuğa çıktığında tuhaf bir şekilde etrafındaki dünyayla bağlantısı yoktu, ta ki sonunda bu durum değişmeye başlayana kadar.” diyor.

Bir renk paletine ulaşmak için Jones ve Braham’la birlikte çalıştı. “Çok nötr, sıcak renklerle çalıştık çünkü Frank çok nötr biri; dünyayla ilişkisinin arayışında olan biri. Fakat bu parlak, minik renklerle ara ara ortaya çıktılar. Bu, görüntüde olanlarla Frank’in içinde olanların zıtlığını gösteriyor.  Kullandığımız dijital teknoloji, filmi çekerken renk ayarlamaları yapmamıza imkan verdi ki bu da çok heyecan vericiydi. Maviler daha parlak, siyahlar daha keskin oldu ve mükemmel oldu.” diyor Jackness.

Frank’in evi için, prodüksiyon geçici olarak piyasaya yeni sunulan bir eve taşındı. “Setten daha iyiydi çünkü boyayabiliyorduk, duvar kağıdı kullanabiliyorduk ve on yıllarca orada yaşayan ve dört çocuk büyüten bir çiftin evinin havasını verebiliyorduk.” dedi.

Goode çocuklarının her birinin evi de kendi hikayesini anlatıyor. Jackness şöyle açıklıyor, “David’in hikayesini neredeyse tamamen bir ön cephe, bir koridor ve boş bir daireyle anlatıyoruz, bu da hikayesine dokunaklılığını veriyor. Amy Chicago’da, çarpıcı bir eve sahip ancak yine de yabancılaşan bir şey var. Robert, Denver’da bir orkestra salonunda görülüyor ve babasıyla sahnede en dramatik şekilde yüzleşiyor ve Rosie Frank’i fazlasıyla Vegaslı dünyasına götürüyor, bu dünya gerçekmiş gibi görünmüyor çünkü değil.”

Prodüksiyon süresince Jones, Goode ailesinin mizah ve duygu bağını odakta tutmaya özen gösteren bir tasarıma vurgu yaptı.

Sorumlu yapımcı Callum Greene şöyle özetliyor, “Kirk, “HERKESİN KEYFİ YERİNDE” filminin her öğesine sıradanlıktan farklı bir şeyler katan bir ekibi bir araya getirdi. Henry Braham ve Andrew Jackness’ın dışında, kostüm tasarımcımız Aude Bronson-Howard vardı. ‘Angel Heart’ filminden beri De Niro’yla çalışır ve müthiş bir zevki vardır, Frank’i bu yolculukta giydirecek kişi için mükemmeldi. Ekibin önemli elemanlarından biri de kurgucu Andrew Mondshein, Lasse Hallstrom’la çalışmaları müthişti. Tüm oyuncuların ve ekibin arasında duygu harikaydı ve bunda en büyük pay Kirk’ündü; talepkardır ancak takdir etmeyi bilir ve tüm prodüksiyona gerçek bir aile ruhu vermiştir.”

Müzik: Dario Marianelli ve Sir Paul McCartney

Filmin müziğine gelince, Kirk Jones hem Oscar ödüllü bir kompozitörle hem de efsanevi bir pop yıldızıyla çalışabileceği için çok heyecanlıydı:  Dario Marianelli (“Atonement.” “The Soloist”) filmin duygusal açıdan çok zengin olan orijinal partisyonunu yazdı ve Sir Paul McCartney film için orijinal bir şarkı yazdı “(I Want To) Come Home.” orkestrasyonunu Marianelli’yle birlikte yaptı.

Beatles’ın bir üyesi olarak rol aldığı filmler dışında, McCartney filmler için çok tedbirli yazar. En çok tanınan şarkısı, James Bond şarkısı olan klasik pop hiti “Live and Let Die.” “Hiç sık yaptığım bir şey değil, dolayısıyla benim için oldukça sıradışı bir şey.” diyor McCartney.

Resimler:

Bir yanıt yazın