Kurt Adam – The Wolfman

“KURT ADAM-THE WOLFMAN”
“Geceleri dualarını eden, kalbi temiz bir insan bile kurtboğan otu açtığında, gökte dolunay yükseldiğinde bir kurda dönüşebilir.”

—Çingene Efsanesi

1930’lu ve 40’lı yıllarda, Universal Pictures’ın ürettiği ve gösterime sunduğu bir dizi korku filmi sinemaseverler açısından yeni bir eğlence türünün oluşmasına yol açtı: canavar filmleri. Drakula, Frankenstein canavarı, Mumya ve Görünmez Adam gibi ikonik figürlere dönüşen efsanevi oyuncular Bela Lugosi, Boris Karloff ve Claude Rains, daha önce okuyucuların hayallerinde canlanan kabusları, beyaz perdeye aktardı.

Bu karakterler arasında Lon Chaney Jr.’ın canlandırdığı bir kabus, 1941’den beri bizlerle. Ruhunun en karanlık yönlerine boyun eğmek zorunda kalan bir genç adam, onun insandışı bir yaratığa dönüşmesini izleyen seyircilerin nefesini kesti. Dolunay yükseldiğinde, ruhunun en karanlık gölgelerinde doğan bir öfke açığa çıkıyordu. Yarı insan, yarı şeytan… ve sonsuz bir lanetin gölgesinde bir yaratık…

Bugüne kadar pek çok insanı korkutan filmlere ön ayak olan klasiklere dayanan The Wolfman-Kurt Adam  lanetlenmiş adam efsanesini, kökenlerine geri taşıyor. Oscar ödüllü oyuncu Benicio Del Toro, kardeşinin ortadan kaybolmasının ardından ailesinin evine dönen, sıkıntılı bir aristokrat olan Lawrence Talbot rolünde. Anthony Hopkins tarafından canlandırılan babasıyla yeniden bir araya gelen Talbot, kardeşini bulmak üzere yola koyulur ve kendisini bekleyen korkunç kaderle karşı karşıya gelir.

Lawrence Talbot’un çocukluğu annesinin öldüğü gece sona erer. Blackmoor’daki Viktorya tarzı malikaneden bir gece vakti ayrılır ve olanları unutmak için onlarca yıl buradan uzak durur. Ancak kardeşinin nişanlısı Gwen Conliffe (Emily Blunt) kendisini bulup, kayıp sevgilisi için yardım istediğinde, Talbot aramalara katılmak üzere evine döner. Son derece güçlü ve kana susamış bir yaratığın köylüleri öldürdüğünü ve Aberline adındaki (Hugo Weawing) Scotland Yard müfettişinin soruşturma için bölgeye geldiğini öğrenir.

Talbot bu korkunç yapbozun parçalarını teker teker birleştirdiği sırada, dolunayda insanları kurtadama dönüştüren eski bir lanetten haberdar olur. Yaşanan katliamı durdurmak ve zamanla sevmeye başladığı kadını korumak amacıyla Talbot, Blackmoor civarındaki ormanlarda bulunan vahşi yaratığı yok etmek zorundadır. Ancak  Talbot, en korkunç ve ürkütücü kabuslardan fırlayan canavar tarafından ısırılır ve böylece karanlık yönü açığa çıkar.

The Wolfman-Kurt Adam’ın  yönetmeni Joe Johnston (Jurassic Park III, Hidalgo) ve yapımcısı Scott Stuber (Couples Retreat, Role Models), Del Toro, Rick Yorn (The Aviator, Gangs of New York) ve Sean Daniel (The Mummy serisi, Tombstone).  Filmin senaristi Andrew Kevin Walker (Sleepy Hollow, Se7en) ve David Self (Road to Perdition, Thirteen Days). Film Curt Siodmak’ın orijinal senaryosu (1941 yılında gösterime sunulan The Wolf Man-Kurt Adam) üzerine inşa edilmiş çağdaş bir versiyon.

Filmdeki efektlerin yaratıcısı altı kez Oscar ödülü almış olan Rick Baker (An American Werewolf in London, Men in Black, The Nutty Professor).

YAPIM HAKKINDA

Kurt Adam Yeniden Uluyor:
Bir Klasiği Diriltmek

Binlerce yıl süresince ona çok sayıda kültür sayısız ad verdi. Dolunayda kurt benzeri bir yaratığa dönüşme yeteneğine sahip olan mitolojik yaratığa  karşı uzun zamandır bir hayranlık duyuluyor. Eski Yunanların efsanelerinden tutun, 1212’de Tilbury’li Gervase’ın “Otia Imperialia” eserine varana kadar pek çok kurt adam hikayesi farklı kültürlerde yerini aldı.

Sinemada ise kurt adam olgusu son 70 yıldır işleniyor. 1935 yılında Universal Stüdyosu, Stuart Walker’ın yönettiği Werewolf of London filmini vizyona soktu. Ancak sinemadaki modern kurt adam efsanesi 1941 yapımı klasik The Wolfman-Kurt Adam   filmiyle şekillendi. Bu filmle oluşturulan karakter, sessiz sinema döneminde The Phantom of the Opera ve The Hunchback of Notre Dame gibi filmlerin yıldızı olan Lon Chaney’in oğlu Lon Chaney Jr. tarafından canlandırılan Lawrence Talbot adında bir aristokrattı.

George Waggner’ın yönettiği, senaryosunu Curt Siodmak’ın yazdığı The Wolfman-Kurt Adam  Universal’ın hayal gücü ve kabuslara dayalı bir dönemdeki en yeni yaratık filmiydi. Talbot karakteri daha sonraları stüdyonun Frankenstein Meets the Wolf Man, House of Frankenstein, House of Dracula ve Abbott & Costello Meet Frankenstein gibi filmlerinde kendine yer buldu.

“Onun uluması, ölümün habercisi” sloganıyla çıkan film, 70 dakikalık bir süreye sahip olmasına rağmen çok kısa sürede bir klasik halini aldı. Ayrıca Lon Chaney Jr. bu filmle yıldızlık statüsünü pekiştirdi. The Invisible Man filminin oyuncusu Claude Rains filmde Sir John Talbot rolündeydi, Dracula’nın oyuncusu Bela Lugosi ise Lawrence’in lanetlenmiş olduğunu keşfeden çingene rolündeydi.

Yönetmen/yapımcı Benicio Del Toro uzun zamandır bu türün hayranlarından biri. Bu yüzden menajeri ve yapımcısı Rick Yorn’la birlikte sinema klasiklerini yeniden canlandırmak istemiş. Yorn, projeye katılmakla neden  ilgilendiğini şu şekilde açıklıyor: “Canavar filmleriyle büyümek, kardeşlerimi ve beni etkiledi. Hollwood’a ilk geldiğim dönemlerde, yıllanmış, kült haline gelmiş filmlerin yeniden çevrimlerini yapmak istiyordum. Birkaç yıl önce Benicio’nun evinde The Wolfman-Kurt Adam (1941)  filminin afişini gördüm. Afiş, canavar kılığındaki Lon Chaney, Jr’un yakın plan bir resmiydi. Afişe baktım, sonra da Benicio’ya. O zamanlar sakallıydı. Kendisine, The Wolfman-Kurt Adam’ın  yeniden çevrimini yapmaya ne dersin?” diye sordum.”

Del Toro, çocukluğundan bu yana büyük keyifle izlediği filmlerin anısını canlandırmakla gerçekten çok ilgileniyordu. Bunun için zorlu makyaj ve protez aşamaları gerektiğini bilmesine rağmen bu zorlukları göze aldı. “Frankenstein, Drakula, Mumya… çocukluğumda bu filmleri izlerdim,” diyor, Del Toro. “Oyunculukla ilgili ilk anım, Kurt Adam rolündeki Lon Chaney Jr.’la ilgilidir. Bu klasik filmi ve Henry Hull’un Werewolf of London filmini onurlandırmak istedik. Bunu klasik, el yapımı usulle yapmanın heyecan verici olacağını biliyorduk.

Del Toro filmi karesi karesine yeniden çevirmek yerine, çağdaş seyirci için onu yeniden yorumlamak  istiyordu. Onun görüşüne göre senaristler Andrew Kevin Walker ve David Self, orijinal filme sadık kalırken, bir yandan filme modern bir hava katmışlardı.

Del Toro ve Yorn, projeyi başlatmak üzere yola çıktılar ve yapımcı Scott Stuber ile buluştukları bir yemek sırasında, bu klasik filmin yenilenmesinin vaktinin geldiğine karar verdiler. Stuber bu konuda “Filme birkaç dönüm noktası ekledik fakat orijinaline sadık kalmaya çalıştık,” dedi. “The Wolfman-Kurt Adam  çok ikonik bir film; çünkü bir açıdan o bizim içimizde yaşıyor. Her birimiz aşırıya gittiğimiz, aşırı kızdığımız, yapmamış olmayı dilediğimiz şeyleri yaptığımız, anlar yaşarız. Hepimizin içinde ilkel bir yön var, bunu kontrol etmeliyiz,frenlemeliyiz, aksi halde çok kötü şeyler yaparız.”

Del Toro’nun bu karakter için mükemmel bir seçim olduğu konusunda yapımcının hiçbir şüphesi yoktu. Stuber, Oscar ödüllü oyuncu için şu yorumları yapıyor: “Benicio’nun çok etkileyici gözleri var. Dönüşüm sırasında duyguları hissettirebilmek, filmin özü açısından çok önemli. Biz oyuncu ile kurt adamı birbirinden ayırmak istemedik… Canavar ve Benicio birbirinden ayrı olmamalıydı. Karakteri hissedebilmek açısından oyunculuk her zaman önemlidir. Özel efektler müthişti ve onlar da performansı pekiştiriyor… yaratmıyor.”

Deneyimli üç filmciye daha sonra canavar filmleri konusunda tecrübeli olan Sean Daniel katıldı. Daniel, Universal Pictures adına Mumya serisinde çalışmıştı. Daniel projeye katılımıyla ilgili şu açıklamada bulunuyor ‘Çocukken bana ilham veren Universal’ın harika, klasik canavar karakterlerinden birine yeniden hayat verme sürecine katılma fırsatı, benim için çok heyecan vericiydi.”

Yapımcılar birlikte hem senaryodaki dramı aktarabilecek, hem de sayısız görsel efekti, canavar efektini ve bilgisayar animasyonunu barındıran bir korku filminin üstesinden gelebilecek bir yönetmen arayışına girdi.
Yönetmen Joe Johnston projeye dahil edildiğinde, yapım öncesinde projeden ayrılan Mark Romanek’ten işi devraldı. Kutsal Hazine Avcıları filmiyle sanat yönetmeni dalında Oscar kazanan yönetmen October Sky ve görsel efekt ağırlıklı Jurassic Park III  ile yine el emeği göz nuru ürünü  Hidalgo gibi filmlere imza attı.

Tüm diğer filmlerinde olduğu gibi yönetmen, görsellikten çok, hikaye ile ilgileniyordu. Senaristler Walker ve Self’in hikayesinde aksiyonun, kanın ve dehşetin altında Lawrence Talbot ve ölen kardeşinin nişanlısı Gwen arasında bir aşk hikayesi yattığını gördü. “Bu ilişkinin hikayeyi bir arada tutan unsur olmasını istiyordum. Bu şekilde seyirciler, Lawrence’ın yaşadığı korkunç deneyimi anlayabilecekti,” diyor Johnston.

Bir zamanların sanat yönetmeni Joe Johnston, senaryoyu aksiyon-korku filmine dönüştürmede yaşanacak görsel zorluklardan dolayı büyük bir heyecan duydu.Bu konuda,  “Seyircilere, bir insanı kurt adama dönüştürürken daha önce hiç görmedikleri şeyler göstermek istiyorum.” diyor “Hepimiz kurt adam filmlerinde dönüşümleri gördük ve hepsi az çok görsellik üzerine kurulu. Kemikler uzuyor ve yüzde kıllar beliriyor ve diğer gelişmeler oluyor.”

“Kurt Adam filminde yaptığımız dönüşümler ancak bilgisayar destekli animasyon sayesinde gerçekleştirilebilirdi. Dönüşüm için çıkış noktamız çok iyi, yani Benicio Del Toro. Son olarak vardığımız nokta ise Rick Baker’ın başarılı makyajı. Fakat dümdüz bir dönüşüm sunmuyoruz… sonuca ulaşmak için farklı yönlerden ilerliyoruz.”

Deneyimli film ekibi, özel sahneleri sunabilmek için mekanik efektler ve bilgisayar efektleri arasında bir denge oluşturmaları gerektiğini biliyordu. Filmin çekimi ve kurgusu sırasında bu zorlukların üstesinden gelmeleri şarttı. Ancak tüm bu süreç başlamadan önce, yardımcı karakterleri oynayacak aktörleri seçmeleri gerekiyordu.

Asilzadeler, Dedektifler ve Viktorya Dönemi Gençleri:
Kurt Adam’da oyuncu seçimi

Filmciler açısından The Wolfman-Kurt Adam’da en önemli özelliklerden biri, orijinal korku filmindeki klasik karakterleri kullanmaktı. Lawrence’ın babasını 1941 versiyonunda Claude Rains oynamıştı ve filmde çok önemsiz bir rolü vardı. Ancak ekip 2010 versiyonunda baba-oğul ilişkisinin daha önemli, daha derinlikli bir yeri olması gerektiğini hissetti. Lawrence Talbot ve babası John’un dışında Lawrence’ın sevgisinin odak noktası Gwen Conliffe ve çingenelerin reisi Maleva gibi karakterlerin de daha ön planda olmasını amaçladılar.

Yapımcı Stuber, ekibin yıldızlarla dolu kadroyla ilgili düşüncelerini şu şekilde özetliyor: “Benicio, Anthony, Emily ve Hugo hikayeye inanılmaz bir derinlik katıyor ve filmdeki görsel ve korku ögelerine hayat veriyor.”
Genç Talbot, sadece sevdiği kardeşine neler olduğunu öğrenmek üzere Blackmoor’a dönmüyor. Onlarca yıl önce ayrıldığı babasıyla yeniden bir bağ kurmayı da amaçlıyor. Tam o dönemde bir kurt adam tarafından ısırılıyor ve kendisinin de bir canavara dönüşeceği gerçeğiyle karşı karşıya kalıyor. Orijinal hikayeye, karakterler arasında daha fazla etkileşim olmasını sağlayacak şekilde eklemeler yapıldı ve bu da öncelikle Sir John Talbot’u oynayacak kişinin seçimiyle başladı.

Del Toro’nun oynadığı Lawrence’ın sıradışı babasını oynamak üzere efsanevi aktör Sir Anthony Hopkins seçildi. Talbot ailesinin bu iki üyesi yıllardır konuşmamıştı ve bir araya geldikleri andan itibaren aralarında son derece gergin bir ilişki gelişti. Del Toro açısından bu rolün gerektirdiği kişiliğe bürünmek çok da zor olmadı. Ancak Hopkins’le oynayacak olmak başlangıçta kendisini son derece germişti. “İlk başlarda onunla oynamaktan keyif almak yerine, büyük bir saygı hissettim. Onu izlemek bile bana yardımcı oldu ve arada bir bana notlar iletti. Başka bir aktörün size önerilerde bulunması çok hoş, çok sevindirici. O tek çekimlik bir aktör, bir iki çekimde işini yapıyor, çekimi birçok kez tekrarlamak gerekmiyor ve onunla çalışmak harika.”

Hopkins, Sir John’u oynayabilmek için benliğinin karanlık noktalarını araştırması gerektiğine inanıyordu. “Son derece soğuk ve terk edilmiş bir dünya. Lawrence babasını hiçbir zaman tam olarak tanıyamadı ;çünkü çocukken karşılaştığı bir felaket yüzünden, annesinin ölümü yüzünden uzaklara gönderilmişti. Sir John onu kendisinden uzaklaştırdı ve Amerika’ya gönderdi. Ancak Lawrence İngiltere’ye ünlü bir oyuncu olarak döndü ve kardeşinin başının belada olduğunu keşfetti.Her şey böylece gelişti.”

Hopkins bu role neden ilgi duyduğu konusundaki soruları şöyle cevaplıyor “Psikolojik olarak insanlar hayatın karanlık yönlerine bakmaktan keyif alır. Dönüşüm, diriliş, kurtuluş… Bu hikayede, bütün bunların hepsi var.”

Hopkins, iki adamın arasında gelişen iletişimle son derece ilgiliydi. “Sir John buz gibi soğuk ve trajediye ya da kedere karşı en ufak bir sempati göstermiyor. Oğluna da o şekilde davranıyor. Ayrıca onu manipüle ediyor ve sürekli olarak onu iğneliyor.”

Tırnakları pis, elbiseleri kirli, dağınık saçlı Sir John, son derece bakımsız, büyük bir evde yaşıyor. Ayrıca ilişkileri konusunda ne hissettiğini Lawrence’a asla hissettirmiyor. Johnston, Sir John’ın deliliğini ve bir araya geldiklerinde iki adamın arasındaki iletişimdeki sürtüşmeyi ele almaktan büyük keyif almış. Yönetmen bu konuda şu bilgileri veriyor: “Sir John tamamen deli biri; fakat deliliğini dünyadaki en normal şeymiş gibi benimsiyor. Anthony Hopkins, geçmişte buna benzer roller oynamıştı, ancak The Wolfman-Kurt Adam’da  deli olduğunu ancak filmin ortalarına doğru anlıyoruz. O noktaya kadar Anthony bize Sir John’ın deliliği hakkında minik ipuçları veriyor. Sonra bunlar yok oluyor ve tekrarını bekliyorsunuz. Bir sonraki hareketini görmek için dikkatlice izlemeniz gerekiyor.”

Hopkins ise yönetmenle ilgili şu sözleri sarf ediyor: “Joe başarılı ve birlikte çalışması çok keyifli biri. Herkes onunla konuşabiliyor. Herkesin işini kolaylaştırdı ve geçmişteki başarılarını düşünecek olursanız bu müthiş bir şey. Çok az ön hazırlık yaparak bu filme geldi ve son derece zor bir filme katıldı. En ufak bir hatası bile olmadı.”

Lawrence’ın trajik aşkı ve ilk filmde Evelyn Ankers tarafından canlandırılan Gwen Conliffe rolü için Emily Blunt seçildi. Meryl Streep’in baş rolünü oynadığı Şeytan Marka Giyer filminde onun sivri dilli asistanı olarak çıkış yapan Blunt, sonradan yer aldığı projelerde de eleştirmenlerin ve seyircilerin beğenisini ve övgülerini kazandı.”

Emily Blunt, The Wolfman-Kurt Adam’da  Gwen rolünde, Lawrence’ın ölen kardeşi Ben’in nişanlısını oynuyor. Yakında eniştesi olacak Lawrence’tan, nişanlısını bulmaya yardımcı olması için yalvarmak üzere Londra’ya geliyor. Ben’in öldüğünü öğrendiklerinde yavaş yavaş Lawrence’tan hoşlanmaya başlıyor. Yönetmen Johnston, Blunt’ın yetenekleriyle ilgili olarak şunları söylüyor: “Emily sadece yüzünü kullanarak, tek kelime etmeden hikayeler anlatabilir. Çıkarabileceğimiz diyaloglar bulduğumuzda hemen çıkardık. Emily, Gwen’in hikayesini duygularıyla anlatıyor, sadece kelimelerle değil.”

Blunt, filme katılımıyla ilgili olarak şunları söylüyor. “Filmin içinde yer alan karakterler ve senaryoyu çok etkileyici bulduğum için bu rol ilgimi çekti. Film sadece basit bir şiddet öyküsü değil, burada beni çeken bir aşk hikayesi ve mücadele vardı. The Wolfman-Kurt Adam’ın  en güzel tarafı bunun sadece bir canavar filmi olmayışı ve yönetmen film boyunca bunu sürekli göz önünde bulundurdu.”

Diğer oyuncular gibi saatlerce makyaj sandalyesinde oturmak zorunda kalmasa da, Blunt canavarla özdeşlik kurma konusunda başarılıydı. Gwen’in ona karşı duygularını iyi anladı. Canlandırdığı karakterin Hopkins’in canlandırdığı karaktere ilişkin  düşüncelerini şu şekilde dile getiriyor :”Kontrolümüzü kaybetmeyi, değişmeyi ya da içimizdeki karanlığı anlayabilmeyi hepimiz isteriz. Hayvanların saldırısında çok temel bir şey vardır. Ancak insanların birbirine yapabildikleri şeylerin ardındaki kötülük çok daha korkutucudur.”

Gwen kısa süre içinde Lawrence’ta geçmişte hiç karşılaşmadığı karanlık bir yön ve vahşilik olduğunu fark ediyor. Ve onun içindeki tehlikenin, çok derinlere gömülü olduğunu anlıyor. Blunt, Gwen’i gücünden dolayı bir umut ışığı olarak görüyor. “Zorluk karşısında böyle bir tavır gösterilmesi hoşuma gidiyor. Karışıklık, kayıp ve korkular yaşayan Gwen, değişim fırsatını görebiliyor yine. Çok umutlu biri.”

Lawrence’ın kardeşinin öldürülmesi, Scotland Yard’dan Müfettiş Aberline’in dikkatini çekiyor. Aberline’ı ünlü aktör Hugo Weaving canlandırıyor. Weaving’in oynadığı karakter, Karındeşen Jack cinayetlerini soruşturmak üzere görevlendirilen Frederick George Aberline karakterine dayanıyor.

Stuber, Aberline rolü için Weaving’in seçilmesiyle ilgili olarak şunları söylüyor “Hugo’daki yoğunluk son derece inandırıcı. Bir canavar filminde bu çok önemli; çünkü seyirciler, efsanenin gerçek olduğuna inanmalı. Ne kadar gerçek görünürse, o kadar iyi ve hikaye de o kadar korkutucu olur.”

Kariyerinde bugüne kadar The Adventures of Priscilla, Queen of the Desert ve The Matrix üçlemesi gibi başarılı tercihler yapmış olan Hugo bu rolle çok ilgilendi. “Aberline rolünü oynamak için çok düşünmem gerekmedi. Senaryoyu okudum ve beğendim. O anda karar vermiştim. Tamamen içgüdüsel bir karar oldu ; malzemeyi beğenmiştim ve bence Aberline müthişti.”

“Aberline gerçek bir karakter ve senaristler ile Joe ona farklı bir yorum getirdi. O zeki bir adam ve Karındeşen Jack cinayetleri soruşturmasında çok şey yaşadı. Zeki ve kurnaz biri, etkileyici bir kişiliğe de bürünebiliyor. Fakat öbür taraftan son derece kuşkucu ve Blackmoor’daki cinayetlerden sadece bir insanın sorumlu olabileceğine inanıyor.“

Lawrence’ın cinayet şüphelisi olmasından dolayı, Aberline daha fazla araştırma yapmak üzere olay yerine gidiyor. Kısa süre içinde yöre halkı tarafından dışlandığını görüyor. Weaving bu durumu şöyle açıklıyor “Küçük bir köye geliyor, orada herkes kurt adamlardan, zebanilerden, yaratıklardan söz ediyor ve dolunay çıktığında kapılarını kilitliyorlar. Aberline ise Londra’dan gelen ve bu tür şeylerin saçma olduğuna inanan biri.”

Ta ki Lawrence’ın dönüşümünü kendi gözleriyle görene kadar.

Talbot’ın dünyasının hayat bulmasına yardımcı olan diğer aktörler arasında, Lawrence’ı kuşatan laneti açıklayan Maleva rolünde Nashville’den Geraldine Chaplin, Sir John’ın hizmetçisi rolünde The Path to 9/11’den Art Malik, akıl hastanesinin kötü ruhlu doktoru Dr. Hoenneger rolünde Shakespeare in Love filminde oynamış olan Anthony Sher ve Blackmoor’daki Müfettiş Nye rolünde, Valkyrie’den David Schofield var.

Yaratık Tasarımı ve Efektler

John Landis’in klasik filmler arasına giren An American Werewolf in London filmindeki tasarım ve dönüşüm efektleriyle ün yapmış olan David Naughton, altı kez Oscar kazanmış olan yaratık efekti tasarımcısı Rick Baker’dan projeye dahil olmaları istendi. Rick, yaratığın orijinal The Wolfman-Kurt Adam’daki  benzer bir görünüme sahip olmasını istiyordu. Böylece Jack Pierce’in 40’lı yıllardaki başarısını anmak istedi. “Jack benim idolümdü,” diyor Baker. “O hayranı olduğum biriydi ve Jack’in yaptıklarına sadık kalmak istedim. Bir taraftan da onun yaptıklarını modernleştirmeyi amaçladım. Bu hala Jack Pierce’in kurt adamı fakat içinde biraz da Rick Baker var. Benim kurt adamımın biraz daha vahşi görünmesini ve Lon Chaney Jr.’a göre daha saldırgan olmasını amaçladım.”

Yapımcı Rick Yorn açısından Del Toro’nun en iyi makyaj uzmanlarınca Kurt Adam’a dönüştürülmesi kesin bir zorunluluktu. “Rick bizim ilk tercihimizdi, o bir efsane. Onun bürosuna gidince çalışmış olduğu tüm filmleri görürsünüz. Tam bir müze gibidir. Bizim için muhteşem bir iş çıkarttı.”

Baker’la birlikte Kurt Adam’ın görünümünü yaratan Oscar adayı Dave Elsey, yapım öncesi süreçte, bu korkunç yaratığın görünümünü Baker’la birlikte araştırdıkları günleri hatırlıyor. “Bize tasarımla ilgili verilen brifing son derece yoruma açıktı. İstediğimiz herhangi bir şeyi ortaya koyabilirdik.” diyor Elsey. “Rick’in atölyesinde oturuyorduk ve konuştukça, insanların Kurt Adam olarak tanıyacakları versiyona yenilik getirmek gerektiğine karar verdik. Rick çok sayıda fikir ortaya koydu ve bu tür filmler konusunda çok hevesli, çok coşkulu, çok istekli. Böyle klasik bir filmin çağdaş versiyonunda çalışmak bizim için bir rüya gibiydi.”

Yapımcılar ve yönetmen Johnston seyircilerin en çok insanın, Kurt Adam’a dönüştüğü sahnelerle ilgili beklenti içinde olacağının farkındaydı. Kurt Adam, bu alanda bir adım ileriye gitti ve Johnston’ın son derece aşina olduğu görsel efektler departmanından büyük yardım aldılar.

Yönetmen oluşan sinerjiyle ilgili şu açıklamayı yapıyor: “Makyaj farklı parçalar halinde tamamlandı. Hepsi tek tek uygulandı. Bu bir maske değil, böylece Benicio kendisini ifade edebilecek durumdaydı. Sadece bilgisayar animasyonuna bağlı kalmak istemedik; çünkü ya inandırıcılıktan ya da fizik yasalarından vaz geçecektik. Bizim bu dönüşümlerde yapmaya çalıştığımız şey olabildiğince gerçekçi olmak ve görsel efektlerle makyajları yapılan işleri pekiştirmek için kullanmaktı.”
Baker, Del Toro’yu makyaj sandalyesine oturtmadan önce makyajı kendi üzerinde denedi. Bu makyaj için üç saat aralıksız oturmak gerekiyordu. Aktör açısından bu sürecin nasıl olduğunu görmek ve hissetmek isteyen Baker, yapışkanla saçı ekledi, yüzüne boya sürdü. Ağzına “kan” doldurdu ve Kurt Adam, olarak kendi fotoğrafını çekti. “Bir makyaj sanatçısıysanız, bu adamı hazırlarken vaktin çok hızlı ilerlediğini hissedersiniz. Ancak sandalyedeki adam açısından zaman çok farklı bir hızda akmaktadır.”

Baker’ın ekibi, Del Toro için aktörün kaşını ve burnunu kaplayan köpükten ve lateksten bir “maske” yarattı. Baker’ın bu maskesinin kenarları çok ince olduğundan aktörün yüzüne sorunsuz şekilde oturacaktı. Del Toro’ya daha sonra protez çene, dişler, gerçek saçtan peruk ve bir sakal takılınca, korkunç Kurt Adam’a dönüştü.

Makyaj sürecinin saatlerce sürmesine rağmen, Del Toro bu süreçte yer almaktan son derece memnundu. “Çocukken hep büyük dişlerim olsun isterdim,” diyor aktör gülerek. “Sandalyede ne kadar oturduğum önemli değil, Rick’in büyüsü yavaş yavaş şekilleniyor. Beş dakika gözünüzü kapatıyorsunuz ve yeniden açtığınızda bir şeyler değişmiş oluyor. Böyle harika bir ekip ve insanlarla birlikte çalışırken bunlar çok kolay oldu.”

Baker’ın ekibi daha sonra Del Toro’nun Kurt Adam, görünümünü tamamlayacak kostümünü hazırlamaya başladı. Kurt Adam’ın kısmen giyinik olması gerekir ,ancak Baker tüm vücudu kaplamak istediğini belirtti. “Tüm vücudu kaplayacak kıllı bir giysi hazırlamak üzere yola çıktık. Bu giyside tüm kıllar tek tek yerlerine tutturuldu, dev bir peruk gibiydi. Ancak tek kostüm yapamazsınız, aktör için bir tane, dublörler için de en az üç tane gerekir. Bu çok kıl demek, çok çalışmak demek.”

Lou Elsey The Wolfman-Kurt Adam için gereken tüm Kurt Adam kostümlerinden sorumluydu. “Yaratık efektleriyle ilgili çok unsur var ve Kurt Adam için çok sayıda departman çalıştı. Kurt Adam’ın vücudu ve kasları için çok sayıda unsur gerekiyor. Kaslarının üzerine kıllı bir kostüm uyguladık. Göğüs ve kollarında boyanması gereken yerler vardı. Şu anda bizim yüzümüzden, dünyada tüysüz dolaşan çok sayıda Yak öküzü olmalı herhalde.”

Del Toro, bir asilzadeden, cehennemden çıkma bir Kurt Adama   dönüştüğünde vücudunda sadece yüzü ve kılları değişmeyecekti. Zaten boyu uzun bir aktörün daha da uzamasını sağlamak amacıyla Baker’ın ekibi suni uzuv teknolojisine dayanan uzantılar kullandı. Basit ve hafif olan tasarıma sahip bu yeni bacaklar, Del Toro’yu daha uzun ve daha korkutucu hale getirdi. Sonuçta onun daha uzun görünmesini sağlayacak şekilde bir boy uzaması sağlandı. Bunları ağır çekim sahnelerinde görebilirsiniz. Özel olarak yaratılan ayaklar da kurdun sıçradığı, koştuğu sahnelerde kullanıldı.

Orijinal filmed(1941) Chaney’i tanımak mümkündü. Baker da tasarımının Del Toro’nun Kurt Adam olduğunun anlaşılmasını sağlayacak şekilde olmasını amaçladı. Del Toro dönüşüm süreçlerinde kendini o kadar kaptırdı ki, Kurt Adam, kurbanını ısırıp başını salladığında makyajın birkaç çekim sonra bozulmamaması için bir hayli ter döktü. Rötuş için sandalyeye oturan Del Toro’nun çene protezinin sarkması sık sık başlarına gelen bir olaydı.

Görsel efekt süpervizörü Steve Begg’in ekibi, Rick Baker’ın efektlerini daha da etkileyici kılma görevini üstlendi. “Filmdeki en önemli efektler, aktörün Kurt Adam’a dönüşmesiydi” diye açıklıyor. “Bilgisayarlı grafik, protezler ve makyaj birlikte kullanıldı.”

Tasarım ve Mekanlar

Kurt Adam’ın sadece dolunaylı günlerde uluduğu düşünülürse, film için çok sayıda gece çekimi gerekiyordu. Yapımcılar, bunun ekip için uzun bir süreç olacağını biliyorlardı. Ekip ilk altı hafta boyunca çadırlarda kaldı ve ıslak hava donanımlarını kullandı. Bu canavar filminin 1941 ile 2010 versiyonları arasındaki en büyük fark, filmin geçtiği mekan oldu. Orijinal film o dönemin Galler’inde geçiyordu, bu film ise bizi 1890’ların Viktorya dönemi İngiltere’sine götürüyor. Bu dönemin seçilmesinin çok sayıda nedeni var. Öncelikle gaz lambalarının aydınlattığı, sisli ve kasvetli bir atmosfer, klasik korku filmleriyle özdeşleşen bir özellikti.

Yönetmen Johnston’ın çekimlerle ilgili olarak ekibine bir tek önemli talimatı vardı: “Hepimizin aynı filmi çektiğinden emin olun.” Yönetmen bunu şöyle açıklıyor “Ekibim o dönemin nasıl görünmesi gerektiği konusunda çok bilinçliydi. Görsellik açısından hikaye anlatımı için onlara esneklik tanımak istedim. Filmin bu kasvetli görünümünden dolayı çok memnunum.”
Sleepy Hollow’un Oscarlı yapım tasarımcısı Rick Heinrichs bir dönem filmi görünümünde korku filmi çekmek hakkında şunları söylüyor: “İngiltere’de çekim yapmak harika bir deneyimdi ve Viktorya dönemi Londra’sına dönmek de öyle. Şehrin çehresi zamanla çok değişti. Ne yazık ki 2. Dünya Savaşı Londra’yı büyük ölçüde harap etmişti ve bombardıman sonucu 19. yüzyıldan kalma binaların çok büyük bölümü yok oldu.” Heinrichs, bir temel oluşturması açısından şehrin hala mevcut eski kesimlerinden yararlandı. Bunları gerçek mekan olarak kullandı ya da görsel efekt departmanının yardımıyla onları sıfırdan yarattı.

Tasarımcıların en zor görevlerinden biri Talbot ailesinin malikanesi için uygun bir yer bulmaktı. “Bu mekan, hikaye açısından çok önemliydi, bu nedenle çok özen ve dikkatle seçilmeliydi.” diyor Heinrichs. “Mekan filmin görsel anlatımı açısından gerekli tüm özelliklere sahip olmalıydı. Bunun için genelde gotik bir yapı tercih edilir, fakat biz klasik korkunç görünümlü köşk klişesine kapılmak istemedik. Bizim istediğimiz şey evin enerjisini beyazperdeye yansıtmaktı.”

Tüm İngiltere’yi tarayan ekip, Derbyshire’daki Chatsworth House’u buldu. Burası Devonshire dük ve düşesinin mülküydü. Bu ev, daha doğrusu saray 1500’lerde inşa edilmişti ve Robert Buxton Cavendish burada ikamet eden 11. dük.

Kurdun Uluması

Yönetmen Johnston açısından en büyük zorluğu görsel efektler, ses efektleri, makyaj, mekan seçimi ve çekim programı oluşturmadı. Kurt Adam’daki en büyük zorluk kurdun ulumasını mükemmel hale getirmekti. Johnston bu sorunu şu şekilde özetliyor, “Uluma sesini oluşturmaya sıra geldiğinde hayvan taklitçilerinden, yapay seslere kadar her şeyi denedik. Bu sesleri aldık ve dijital olarak işlemden geçirdik. Bize mükemmel ulumayı sağlayacak doğru kombinasyonu bulmaya çalıştık. Fakat başlangıçta aradığımıza bir türlü ulaşamadık. Bunun ikonik olmasını istedik, seyircilerin daha önce hiç duymadığı bir şey olmalıydı.”

Ses tasarımcıları bunun üzerine eşsiz bir fikir ortaya attı. Johnston’ın hatırladığı kadarıyla her şey şu şekilde oldu “Howell Gibbens ‘Bulabileceğiniz en saf ve en kontrollü ses nedir?’ diye sordu. Bunun cevabı bir opera sanatçısıydı. Los Angeles’ta birkaç operacı denedik ve bir bas bariton operacıyı seçtik.”

Johnston ve ses ekibi bir düzine ulumayı kaydettikten sonra, mükemmel ulumayı elde etti. Yönetmen bunu şöyle hatırlıyor “Ulumaları çok farklı duyguları ifade ediyor, kızgınlıktan yasa varana kadar. Bunları yüzde kırka kadar değiştirdik ve gerçekten korkutucu bir hal aldılar. Biraz daha değiştirince ürkütücü hayvan sesleri ortaya çıktı. Bunlar insanı ürpertiyor ve bizim aradığımız da tam buydu.”

Resimler:

Bir yanıt yazın