Ölümcül İçgüdü / Public Enemy Number One

Vincent Cassel’in rolü için 20 kilo aldığı, çekimleri 33 hafta süren, yapım bütçesi 80 milyon dolara ulaşan, ve 10 dalda Fransız Oscar’ı Cesar’a aday gösterilme başarısını elde eden “PUBLIC ENEMY-Ennemi public n°1, L’ ”
Türkiye Sinemaları’nda iki bölüm olarak gösterime sunulacak.
Buna göre “Ölümcül İçgüdü 1” 27 Mart’ta, ”Ölümcül İçgüdü 2” ise 1 Mayıs’ta sinemaseverlerle buluşacak.”Ölümcül İçgüdü” filmleri yılın en iyi yönetmeni ve erkek oyuncusu ödülleri dahil üç dalda Fransız Oscar’ı kazandı.

“Kanunları sevmem, çünkü zenginler için yapılmışlardır”, “Hükümeti sevmem”, “Maksimum güvenlikli bölgeleri sevmem.” Jacques Mesrine

Tümüyle Gerçek Bir Öykü

Fransız gangsterlerin sonuncusu Jacques Mesrine, yaşamı boyunca 1 numaralı halk düşmanı ilan edilmişti. Düzenli olarak kamuoyu anketlerinin zirvesinde yer aldı. Paris’in göbeğinde polisin yakın mesafeden yoğun ateşi altındaki görkemli ölümü onun efsane statüsünü taçlandırdı. Öyle ki, 1979 yılındaki ölümünden 30 yıl sonra bugün bile Jacques Mesrine efsanesi hala capcanlı… Onun hayatı sinema tarihinde ilk kez olarak tutkulu bir projeyle beyazperdeye getiriliyor.
Aynı anda hem bir gerilim filmi, hem de biyografi çalışması olan projenin çekimlerinde tarihi gerçeklere olabildiğince sadık kalındı. Mesrine’den bir süper kahraman yaratmak gibi bir amacı olmayan filmde, en karanlık yönleri de dahil olmak üzere bir karakter portresi çizildi. Öykünün çıkış noktası ise, bir ikonun arkasındaki insan oldu.
Filmin Büyüklüğü: Tek Konudan İki Film
Yapımcı Thomas Langmann, filmin yapımında Jacques Mesrine’in otobiyografik çalışması “L’Instinct de Mort – Death Instinct” (Ölümcül İçgüdü) temel alındı. Bu kitabın özelliği, yapımcı Langmann’ın 10 – 11 yaşlarındayken okuduğu ilk kitap olmasıydı. Gerisini Langmann’ın kendisinden dinleyelim:
“Bu kitap bende gerçek bir şok etkisi yaratmıştı. Ömrüm boyunca yanımdan hiç ayırmadım. Ta ilk günden beri filme dönüştürmeyi hayal ettim. Jean-François Richet ve Abdel Raouf Dafri ile tanıştığım günden beri projenin yoğunluğu iki film halinde yapmamızı zorunlu kıldı. Jacques Mesrine’in hayatı iki saatlik tek filme sığdırılamayacak kadar zengindi. Tek film yapsaydık adaletli olmamız imkansızdı. Bu projenin en güçlü noktalarından birisi, iki filme bölünmüş bir proje olmasıdır. Onun hayatının iki farklı aşamasını konu alan iki farklı film yaptık. Birinci filmde kendisini keşfeden bir adam vardır. Şiddeti ve yer altı dünyasını ilk deneyimlemesi , kadınlarla ilişkileri, ‘ikinci kimliği’ olarak tanımladığı ve Kanada’ya yaptığı inanılmaz uçak yolculuğu esnasında kendisine eşlik eden Jeanne Schneider ile olan tutku dolu aşk ilişkisi yer alır. İkinci filmde ise artık efsane olmanın meyvelerini toplayan ünlü bir gangster olması, yargı sistemiyle olan efsanevi savaşı, iktidar ve polis gibi kurumlarla çatıştığı zamanlardaki bitmek tükenmek bilmeyen provokasyonları, ölümüne yol açan “ideallerinin” izini sürmesi anlatılır.
“Public Enemy”nin birinci ve ikinci bölümleri eşzamanlı olarak çekildi. 33 hafta devam eden çekimler, 7 Mayıs 2007’de başlayıp 2008 Ocak ayında tamamlandı. Çekim mekanları ise, Mesrine’in uzun yolculuğunun gerçekleştiği Fransa, Kanada, ABD, İspanya, İngiltere ve Cezayir’de gerçekleştirildi.
Binbirsuratlı Adam: Vincent Cassel
Jacques Mesrine’in cezaevinden son firarından kısa süre önce hapishanede kaleme aldığı otobiyografisinde saygın ve iyi bir aileden gelen hayalci bir çocuğun adım adım isyancı ve provokatif bir gangster imajı inşa etmesinin inanılmaz öyküsü anlatılır. Bu karakterin romanesk (Roma üslubunda) niteliklerinin belki de en büyüleyici yanı, geçirdiği metamorfoz (dönüşüm) sırasında realitenin kurguya tekrar tekrar baskın çıkmasıdır. Bu durum öyle bir noktaya gelmiştir ki, bugün bile geride bazı sorular kalmıştır: Gerçek Jacques Mesrine kimdir? Yukarı sınıftan bir çocuk mu? Cezayir Savaşı sırasında askere alınmış birisi mi? Kadınların gözdesi mi? Banka soyguncusu mu? Çocuklarına aşırı düşkün bir baba mı? Zincirlerinden kurtulmaya çalışan bir sanatçı mı? Olağanüstü şiddet yüklü bir adam mı? Medyatik bir manipülatör mü?
Mesrine bu farklı maskelerin hepsini bir defada giymiş birisi gibiydi. Polisi atlatmak için dış görünümünü kolayca değiştirdiği için “Binbirsuratlı Adam” lakabıyla bilinirdi. Böyle bir kişilik yapısını beyazperdeye taşıyacak aktörün de dikkatle seçilmesi gerekiyordu. Bu rol için Vincent Cassel’in seçilmesi “tadından yenmez” bir tercih oldu. Karaktere getirdiği yoğunluk, onun kompleks yönleriyle başa çıkabilme becerisi, hatta çelişkili duyguları ve fiziksel becerileri sayesinde Jacques Mesrine’in tüm boyutlarını beyazperdeye taşıdı. Ayrıca rolüne tam bir sadakatle sarılmasıyla –bu rol için 20 kilo almaktan çekinmedi- kariyerinin en görkemli performanslarından birisini sergiledi.
www.tmc.com.tr
http://www.mesrine-lefilm.com/

Yönetmen Jean-François Richet ile Söyleşi
•    Projenin Kökenleri
– Thomas Langmann ve Vincent Cassel ile paylaştığınız Jacques Mesrine algılaması nasıldı?
Birçok insanda Mesrine ile ilgili olarak fantezi bir vizyon vardır. Onu bir çeşit Robin Hood gibi görürler. Ki öyle değildir. Bazıları da onun bir cani olduğunu söyler. İkisi de değildir. Langmann ve Cassel ile paylaştığımız ortak bakış açısı, onun hayatındaki ışıklı bölgelerin yanısıra gölgeli bölümleri de göstermek şeklindeydi. Hayatıyla ilgili hiçbir şeyi gizlememeyi hedefledik.
– Sizi motive eden ne oldu?
Anlık bir arzuydu. Yeni projeler gündeme gelince genellikle reddetme duygusuyla başlarım ama bu defa öyle olmadı. Fransa tarihini “mikro-tarih” aracılığıyla anlatma fikri cazip geldi. Bunu da Napolyon Bonaparte veya 14. Louis yerine sokakta her gün yanından geçebileceğiniz bir adam aracılığıyla yapmak istedim. Mesrine 1959 yılında Cezayir Savaşı’ndan geri dönmüştü. 1979 yılında sol kanat militanı Charlie Bauer’in arkadaşıydı. Aradan geçen bu 20 yılda ne olmuştu? Bu soruyu sormak istedim.
– Mesrine üzerine bir film yapmak tutku projesiydi diyorsunuz…
Konu çok iyi ve oyuncu kadrosu prestijli… Vincent Cassel, Mathieu Amalric, Gérard Lanvin, Cécile de France, Ludivine Sagnier, Gérard Depardieu, Gilles Lellouche, Samuel le Bihan… Hepsinden önemlisi de tartışmalı bir konu… İnfazını herkes görsün diye Paris’in tam ortasında öldürülen bir adam…
– Senaryo yazarı Abdel ile tanışmanız nasıl oldu?
Abdel ile birlikte çalışmak istedim, çünkü çalışmalarını yapısal açıdan örnek alınacak derecede buluyordum. Aynı bakış açısına ve odak noktasına sahibiz. Bu nedenle hemen anlaşmaya vardık. Mesrine ile ilgili tüm kitapları, gazete makalelerini okuduk, tanıklarla konuştuk. Sonra bu bilgiler ışığında kafa kafaya verip senaryoyu şekillendirdik. Bunu yaparken karakterin anlaşılmasına yardım edecek önemli anları seçtik.
•    Jacques Mesrine Karakteri
Sizce temel anlamda Mesrine kimdir?
Bir onur adamı… Aklıma gelen ilk özelliği bu… Bir söz verdiği zaman, koşullar ne olursa olsun sözünü tutmaya çalışır.Sözü senettir. Kendi hayalleriyle yaşayan karmaşık bir karakterdir ki, adeta onunla özdeşleşen “Binbirsuratlı Adam” tanımlaması aslında kişiliğinin bir yüzeyini yansıtır. Böyle bir karakter üzerinde çalışmak çok keyiflidir ama aynı zamanda zordur. Bugün bile hala birşeyler keşfediyor, onun hakkında yeni şeyler öğreniyorum.
Hayallerini gerçekleştirmek için yaşadı. Orta sınıfa mensuptu. Uzlaşmacı olmayı hiçbir zaman istemedi. Onu suç dünyasına iten unsur toplumsal determinizm değildir. Fabrikada çalışmak istemedi. Bunun yerine paranın olduğu yere gidip onu çalmayı tercih etti. Yani banka soydu. Zaten gangster olma hayali kurmuştu. Ama onurlu, kendi doğruları,ilkeleri olan bir gangster olmak istedi. Kendi doğrularına göre ilerledi. Gangsterlik işiyle ilgili bir fantezisi vardı. Gary Cooper filmlerindeki gibi olmak istiyordu. Büyük ihtimalle Cezayir Savaşı’na atılmış her genç insan gibi o da savaşın ağır travması altındaydı.
– Kadınların gözdesi bir adam mı?
Romantik… Hem de gerçek bir romantik… Jeanne Schneider’a (Cecile de France) çok çok ateşli aşk mektupları yazacak kadar gerçek romantik…
– Mesrine’in bir stili var mıdır?
Çeşitli bankaları seri halde soymak… Polis sirenlerinin çalmasını bekler, sonra arabasına atlayıp sıradaki başka bankayı soymak üzere öbür caddeye gider.
– Bir manipülatör mü?
Hayır, olağanüstü karizması olan bir adamın birşeyleri manipüle etmesine gerek kalmaz. Zaten herkes onu olağanüstü entelektüel ve çekici bir erkek olarak tanımlar.
– Provokasyon yapar mı?
Provokasyonu egosunu savunmak için bir direniş gibi yapar. 1 Numaralı Halk Düşmanı olmak ve Fransa’daki tüm polisler onu her yerde ararken Paris Match dergisiyle söyleşi yapmak, eğer buna provokasyon diyorsanız, evet o bir provokatördür.
– İsyancı yapısı için ne diyorsunuz?
Gerçek bir isyancı… Karşısındakine hayır diyebilen bir insandır ve şu sözler ona aittir: “Kanunları sevmem, çünkü zenginler için yapılmışlardır”, “Hükümeti sevmem”, “Maksimum güvenlikli bölgeleri sevmem.”
– Hayatı filmleştirmek için çok uygun bir karakter…
O hayatın adeta bir film karakteri gibi yaşadı. Filmler onun hayatının bir parçası oldu. Kendi hayatını konu alan bir filmi görebilseydi kesinlikle çok hoşuna giderdi. Umarım onun beklentilerini karşılayabilmişizdir. Arkadaş edinme yeteneği çok kuvvetliydi. Yemek pişirmeyi severdi. Hatta bir milyoneri kaçırdığı zaman ona bile lezzetli yemekler yapmıştı. Sonuçta polis tarafından sokak ortasında  öldürüldü. Üstelik hiçbir uyarı yapılmadan… Böyle birşey bir kanun devletinde nasıl olabilir?
– Mesrine sizce bir efsane miydi?
Kesinlikle. Çünkü o kendi efsanesini yaratabilecek yeteneğe sahipti. Olağanüstü bir kişilik yapısı vardı. Yeteneği ve karizması yerindeydi. Medyayı nasıl kullanacağını çok iyi bildiği için de bazı inanılmaz sonuçlar almayı başardı.
– Ölüm şekli için ne diyorsunuz?
Bence o ölüm şekliyle de bir efsane oldu. En çok ilgimi çeken yanı ise, doğduğu yerin sadece birkaç mil uzağında öldürülmesiydi. Arabasının içinde öldürüldü.
Yönetim
– Bu tartışmalı bir konu mu?
Özünde evet… Cinayet miydi, değil miydi? Uyarı yapıldı mı, yapılmadı mı? Aslında Mesrine’in kendi bant kayıtlarında dediği gibi konumuz bu değil. Bu filmde Clichy’den gelen küçük bir adamın kısa süre içerisinde “1 numaralı halk düşmanı” ünvanını elde etmesinin öyküsü var. Kendisini çevresindeki dünyaya açan, avlanan ve kendi tuzağına yakalanan bir adam bu…
– İki film arasındaki bağlantı?
Birinci filmin sonu aynı zamanda Mesrine’in masumiyetinin de sonudur. Gangsterlikte romantik hiçbir şey yoktur. Mesrine de buna kuvvetle inanıyordu. İkinci filmin açılışında o artık 1 numaralı halk düşmanı Mesrine’dir. Hayatta kalabilmek için kendi efsanesini ateşleyen, kendisini medyatik yapan ve insanları kendi davasına çeken bir adam…
Fransa’da biz “hayır” diyebilen karakterleri severiz. Çünkü Fransa bir protesto üzerine kurulmuştur. Fransız Devrimi, Paris Komünü, 1968 öğrenci olayları hep burada oldu. Mesrine de bir çeşit anarşist, bir muhaliftir. Böyle karakterler hoşumuza gider. Jacques Mesrine etiketlenmek ve paketlenmek istemeyen bir adamdır.
İkinci film daha hızlı tempoludur. Savaş filmini çağrıştıracak şekilde filme alındı. Birinci film ise savaşın planlandığı yerdeki stratejiler üzerinedir.
– Aksiyon ve duygular arasındaki dengeler?
Sırf aksiyon olsun diye yapılmış aksiyonu sevmem. Filmin aksiyon boyutu, karakter hakkında bazı ipuçları vermeli, keskin köşelerini sergilemeli, onu değiştirebilmelidir. Bu açıdan bakınca Mesrine’in duygusallıkla sarmalanmış bir aksiyon adamı olduğunu söyleyebiliriz.
– İki film arasındaki tutarlılığı nasıl sağladınız? İkisinin de kendine özgü farklı bir damgası, farklı bir tonu var mı?
İlk film için farklı bir damga, ikincisi için de farklı bir damga var. Birinci filmde 1959 ile 1973 arasındaki dönem anlatılır. Mesrine’in kendisini bulduğu bölümdür. Bir akıl hocasının desteğini alır. İkinci filmde ise meslekdaşları ve arkadaşlarıyla çevrilidir. Daha benmerkezci ve paranoyaktır. Bir şov adamı gibidir. İki kişiliğini de farklı sebeplerle seviyorum. Her iki film de aynı insanın öyküsünü anlatır ama görüntüleme ve sahneleme açısından oldukça farklıdır. Her ikisi de kronolojik sıralamaya bakılmaksızın başından sonuna kadar ayrı ayrı izlenebilir.
– Bu film sizin sanatsal patikanıza hangi ölçüde uygun düştü?
Daha önce yönettiğim filmlere uygun düştüğünü hissediyorum. Tabii ki bugüne kadarki en olgun çalışmamdır. Buna hiç kuşku yok. Kariyerimde ilk kez olarak bir insanın hayatı üzerine bir film yaptım. O insanın güçlü ve zayıf yönlerini, aşklarını, korkularını gösterdim.
– Hazırlık süreci nasıl oldu?
Senaryo yazımı ve mekan tarama süreci bir buçuk yılımızı aldı. Sonra yüzlerce mekanda dokuz aylık çekim süreci geldi. Filmin çekimlerini olayların yaşandığı gerçek mekanlarda yapmak istedim.
– Görüntü yönetmeniniz, her iki filmi farklı kılacak bir çalışma yaptı mı?
Hakim renkler ikisinde de farklıdır. Birinci filmde siyah, mavi ve kırmızı ağırlığı var. İkincisinde ise siyah, kahverengi ve portakal rengi hakimdir.
•    Vincent Cassel tercihi
– Başrol için Vincent Cassel’in tercih edilmesi kolay bir seçim oldu mu?
Evet, çok kolay oldu. O olmasaydı böyle bir filmi yapamazdık. Öncelikle fiziksel açıdan olmak üzere rolünü tam anlamıyla sahiplendi. Yeni boyutlar getirdi. Kısacası Jacques Mesrine’in ta kendisi oldu. İlk filmin başlangıcından ikincisinin sonuna kadar aynı insan olmaması, sürekli değişim ve gelişim sergilemesi gerekiyordu. Bunu başardı. Bence o olağanüstü bir aktördür. Vincent’i 15 yıldır tanırım, bu filmin çekimlerinde bildiğim Vincent’i bile unuttum.
– Rolünü yaparken nelere dikkat etti? Örneğin konuşma biçimini sergilerken Mesrine’in kendisinden mi esinlendi, yoksa kendi yorumunu mu getirdi?
Kopyala-Yapıştır metodunu kesinlikle reddettik. Peşinde koştuğumuz şey duygulardı. Vincent kendi karakterini kendisi yarattı. Bunu yaparken bir taklitçi gibi değil, aktör gibi çalıştı.
– Karakteri yapılandırırken beraber verdiğiniz kararlar oldu mu?
Gerçek anlamda bir işbirliği süreci yaşadık. Mesrine’i oynayan Vincent’i diğer karakterlerden farklı şekilde filme çekmeye karar verdim. Bence Mesrine çevresindeki herşeyi etkileyen bir adamdı. Filmin teknik yönünü planlarken çoğunlukla Mesrine üzerinde odaklandık. Kendisini bulmaya çalıştığı birinci filmde filmin çerçeveleri daha dardır. İkinci filmde ise tüm boşluğu o doldurur.
•    Diğer Oyuncular
Aktörlerle birlikte çalışmayı severim. Bu filmde Fransız Sinemasının en iyi oyuncularıyla çalıştığım için çok şanslıydım. Gerard Depardieu, Gerard Lanvin, Mathieu Amalric, Ludivine Sagnier, Cecile de France, Gilles Lellouche, Samuel le Bihan, Olivier Gourmet, Florence Thomassin ve diğerleri… Böyle bir kadroyla işe başlayınca elim dolu ve son derece avantajlı olarak işe başlamış oldum.
Güçlü ve keskin kişilikli bir kadın olan Jeanne Schneider, Mesrine’in can yoldaşıdır. Bu rolde oynayan Cecile De France, daha önce hiç kimsenin bana veremediği duygular yaşattı. Kendisiyle tanıştığım anda Jeanne rolünü en iyi onun oynayacağına ikna oldum.
Mesrine’in hayatındaki son kadın Sylvia rolünde Ludivine Sagnier oynadı. Mesrine ona tıpkı ergenlik çağındaki çocuklar gibi ateşli aşk mektupları yazmıştı. Şiirlerle doluydu o mektuplar. Sakarca yazılmışlardı ama samimiydi. Ludivine oynadığı karakteri tam anlamıyla özümsedi. Ben ondan yüzde 100lük performans istedim, o bana yüzde 200 verdi.
Mesrine’in çocuklarının annesi Sofia rolünü Elena Anaya’ya verdim. Sofia’nın Mesrine’yi durdurmaya çalıştığı çok sayıda sahne vardı, hepsinin üstesinden başarıyla geldi.
Florence Thomassin’in portresini çizdiği Sarah, Mesrine’in ilk cinsel ilişkisini kurduğu bir fahişedir. Florence ile daha önce de defalarca yollarımız kesişmişti. Bu nedenle Sarah rolü için istediğim sert ama aynı zamanda da kırılgan boyutu verebileceğini biliyordum.
Ellerinde hiç kan olmayan düşük profilli, atletik yapılı ve zeki François Besse rolünde Mathieu Amalric oynadı. Hızlı ve dağınık yaşamayı seven Mesrine’in tam zıttıdır. Şampanya eşliğinde iyi yemek yemeyi sever. Mesrine ile Besse sıradışı bir ikili oluştururlar. Fiziksel beceri gerektiren bu rolde Amalric’in inanılmaz bir performans sergilediğini düşünüyorum.
Mesrine’i kendi koruması altına alan ve paralel bir dünyanın merdivenlerini tırmanmasını sağlayan Guido rolünde Gerard Depardieu kamera karşısına geçti. Onun en önemli özelliği, Mesrine için neredeyse bir baba figürü olmasıdır. Gerard ile tarihsel ve politik içerik üzerine geniş kapsamlı konuşmalar yaptık. Bence Gerard bilgi, genel kültür ve Fransa tarihi açısından adeta altın madeni gibidir.
Quebec Özgürlük Cephesi ile ilişkileri olan gangster Jean-Paul Mercier rolünü Kanadalı yıldız Roy Dupuis’e verdik. Mesrine’den daha şiddet yüklü bir kişiliği olan Mercier’i özellikle birinci filmde Mesrine ile daha sıkı işbirliği içerisinde görürüz.
Jacques Mesrine’in çocukluk arkadaşı Paul rolünde Gilles Lellouche oynadı. Bu karakterin özelliği, Mesrine’e Paris gece hayatını, kadınları, kumar şebekelerini tanıtan/öğreten bir karakter olmasıydı.
Michel Ardouin rolünde Samuel Le Bihan kamera karşısına geçti. Michel Ardouin tam bir gangsterdir ve diğerlerine oranla Mesrine’in yanında daha uzun süre kalmıştır. Bu rol için Mesrine ile uzun süre işbirliği yapmış bir gangsteri oynayabilecek çapta aktöre ihtiyacımız vardı. Samuel bunu başardı.
Charlie Bauer’in portresini ise Gerard Lanvin çizdi. Charlie politik bir kişiliktir, gangster değildir. Şahsen beni de hayatım boyunca etkilemiş bir insandır. Bu rolde kamera karşısına geçen Gerard Lanvin’in Charlie’yi özümsediğini düşünüyorum. Charlie’yi oynamakla kalmayıp bizzat Charlie oldu.
Jean-François Richet Filmografisi:
2005 Assault on Precinct 13
2001 De L’Amour (All About Love)
1997 Ma 6-T Va Crack-Er
1995 Etat Des Lieux

Senaryo Yazarı Abdel Raouf Dafri Konuşuyor:

“Mesrine için sokakları tiyatro sahnesine çevirmek çok önemliydi. Bu konuda hiçbir bahane kabul edemezdi. Filmin sonunda Clignancourt Meydanının polislerle dolması bu yüzden rastlantı değildir. Mesrine hayatının son sahnesinin görkemli olması için herşeyi hazırlamıştı. Bir gangsterin ölümünün de görkemli olmasını ister gibiydi. Bu onun fantezisiydi. Paris sokaklarında bir gangsterin ölümünün sahnelenmesi onun hayatına da mal olacak olsa herşey görkemli olsun der gibiydi.
Birinci filmde şiddet sahneleri de, insani boyut taşıyan sahneler de tutku doludur. İkinci filmde ise Mesrine’in artık herkesle oynamaya, işinin keyfini çıkartmaya başladığını görürüz.
Jean-François Richet’in hümanizmini, profesyonelliğini severim. İkimiz de aynı altyapıdan geliyoruz. Projelerde gelişip olgunlaştık. Kolay para peşinde değiliz. Her türlü avantaja sahip şekilde dünyaya geldiği halde suç patronu olmaya karar veren bir adamın öyküsü ikimizin de ilgisini çekti. Fransız toplumunun kristalizasyonu olarak tanımlayabileceğimiz Mesrine aracılığıyla onun içerisinde yaşadığı toplumun yapısını kavramaya çalıştım.
60’lı ve 70’li yıllarda herşey bugüne kıyasla daha politikti. Günümüz insanları kredi kartı isterlerken o yılların insanları bir partinin üyelik kartını istiyorlardı. Sağ kanat iktidarları dönemiydi. Herşey daha katı ve düzenliydi. Partizan ve muhafazakar bir toplum vardı. Mesrine işte öyle bir toplumda çılgınca bir koşu yaptı ve hem zenginlerin, hem de yoksulların hayal gücüne heyecan kattı. O dönemin bir polis dedektifi Mesrine için şu yorumu yapıyordu: “Mesrine,pazarlama dehası olan bir gangsterdi.”

Jacques Mesrine rolünde Vincent Cassel
Mesrine kadınları, silahları, bankaları ve zaferleri kazanmayı severdi. Fransa ve Kanada’da 1 Numaralı Halk Düşmanı ilan edilmişti. O dönemin en ünlü gangsteriydi. Sinemayı seviyordu. Kendi hayatını yazarken/kurgularken de filmleri temel aldı. Romantizm ile zalimlik arasında, göz kamaştırıcılık ile trajedi arasında gidip gelen kendi epik destanını yarattı.
Dokuz Aylık Çekimler
Yapımcı Thomas Langmann ile bu proje hakkında ilk kez yedi yıl önce konuştuk. Dokuz aylık çekim süresi, benim açımdan bugüne kadarki en uzun çekim süresi oldu. Maraton gibiydi. Çekimlere başlarken en büyük korkum, yoğunluğu sonuna kadar sürdürememek, tıkanıp kalmaktı. Ancak Mesrine’in yaşamı öylesine zengindi ve o kadar çok şey yaşamıştı ki, bu doluluğu yansıtırken yorgunluğumu bile fark edemedim. Çekimler tamamlandığında filmin bittiğine dahi inanamadım.
Efsane ve Gerçekler
Filmin çekimlerinin büyük kısmı Mesrine’in yaşadığı mekanlarda gerçekleştirildi. Dolayısıyla sete ziyaret için gelen insanlar bize birçok şey anlattılar. Mesrine’in en son gizlendiği binada çekim yaparken komşularıyla çevre esnafı gelerek onunla ilgili anılarından bahsettiler. Bugüne kadar Mesrine’in konu edildiği 15 kitap vardı. Bunlarda eski arkadaşları, eski eşleri ve onun izini süren polisler konuşmuştu. Yeni yazılan her kitapta yeni birşeyler eklendiğinin, deyim yerindeyse Mesrine’in hayatının sanki yeniden yazıldığının farkına vardık. Öyleyse gerçek neredeydi? Fantezi bölümleri hangileriydi? Bunu bilmek çok zordu. Çünkü ortada popüler bir insan vardı ve efsaneye dönüşmüştü.
İki Farklı Film
Filmlerin ikisinde de Mesrine’in hayatıyla ilgili bir süreklilik olmakla birlikte, her ikisinin de birbirinden farklı olması gerektiğinin farkındaydık. Jean-François Richet ikisinde aynı çekim tekniklerini kullanmadı. Çünkü aynı zaman dilimi değildi. 50’li ve 60’lı yılların 70’lere benzemediğini hepimiz biliriz. Arabalar farklıdır, saç stilleri ve dinlenen müzik de farklıdır. Ayrıca özellikle davranış biçimleri farklıdır.
İki filmin her birinde diğerini tamamlayan bir tema vardır. Birinci filmde kendi kimliğini arayan genç bir adam görürüz. İkinci filmde ise, yaşam tercihlerinin neler olduğunu bilen kararlı bir adam vardır. İlk film için iyi bir dedektif öyküsü diyebiliriz. Buna karşılık ikinci film daha çok bir psikolojik gerilim çalışmasıdır. Herşeyin kötüye gideceğini içgüdüsel olarak bilen bir erkeğin paranoyası vardır.
Vincent Cassel Konuşuyor:
“Mesrine’in polisten kaçarken kullandığı çok özel bir teknik vardı. Kılıktan kılığa girme yeteneğine sahip olduğu için buna sık sık başvuruyordu. Bu yüzden de “Binbir Suratlı Adam” olarak tanınıyordu. Bir aktör olarak böyle bir karakterde oynamak benim için keyifliydi. Sürekli kılık değiştirmek ideal gibi gözükebilir ama aynı zamanda bazı tuzakları da getirir. Sürekli kılık değiştirince arada karakteri kaybedebilirsiniz. Karakterin kılık değiştirdiği anlar arasındaki sürekliliğin sağlanmasında saç ve makyaj departmanlarının büyük faydasını gördüm.”
Jean-François Richet
İyi yönetmenlerin birçoğunda olduğu gibi Richet’in asıl gücü, neyi istediğini ve neyi istemediğini çok iyi bilmesinden gelir. Aynı zamanda çevresinde yeni oluşan fikirlere de açıktır. Eğer ona birisi öneri sunarsa değerlendirmek için mutlaka zaman ayırır. 9 aylık çekim süresince aramızda asla gerilim olmadı. Sinema tarihi konusunda geniş bilgiye sahip deneyimli bir yönetmendi. Her konuda meraklı olduğu gibi kurguculuktan geldiği  için olayın teknik yönlerini de biliyordu.
Vincent Cassel Seçilmiş Filmografisi:
2008 A Deriva – Heitor Dahlia
2007 Sa Majesté Minor (His Majesty Minor) – Jean-Jacques Annaud
2007 Eastern Promises – David Cronenberg
2006 Sheitan – Kim Chapiron
2005 Derailed – Mikael Hafström
2004 Ocean’s Twelve – Steven Soderbergh
2004 Blueberry Renegade – Jan Kounen
2002 Irreversible – Gaspard Noe
2001 Sur mes Lèvres (Read My Lips) – Jacques Audiard
2001 Birthday Girl – Jez ButterWorth
2001 Le Pacte des Loups (Brotherhood of the Wolf) – Christophe Gans
2000 Les Rivières Pourpres (The Crimson Rivers) – Mathieu Kassovitz
1997 Dobermann – Jan Kounen
1995 La Haine Hate – Mathieu Kassovitz

JACQUES MESRINE’İN HAYAT ÇİZELGESİ
1936 Fransa’nın Clichy bölgesinde dünyaya geldi. Babası iplik sektöründe çalışıyordu.
1956 Cezayir Savaşı’na katıldı. Savaştan geri dönüşünde kendisine takdir belgesi verildi.
1961 Paris’te Maria De Le Soledad ile evlendi. Bu evlilik, filmdeki Sofia karakterine esin kaynağı oldu. Üç çocukları dünyaya geldi ama 1965 yılında ayrıldılar.
1962 Soygun yapmak suçundan ilk kez hapishaneye girdi.
1966 Dişi ruh ikizi Jeanne Schneider ile ilk tanışmaları. Sonradan birlikte Kanada’ya gittiler.
1969 Kanada’nın Quebec eyaletinde Jeanne ile birlikte hareket ederek bir milyoneri kaçırdı. Mesrine ve Jeanne bu olay sırasında bir otel çalışanını öldürmekle suçlandılar. Ancak sonradan masum oldukları açıklandı.
1969 Mesrine ile Jeanne’in ABD’nin Teksas eyaletinde tutuklanması, Kanada’ya iade edilmesi ve sırasıyla 15 ve 10 yıl hapis cezasına mahkum edilmesi.
1972 Mesrine’in kapatıldığı Saint-Vincent-De-Paul Hapishanesinden firarı gerçekleşti. Bu olay üzerine Kanada’da 1 Numaralı Halk Düşmanı ilan edildi. Venezuela’ya kaçmadan önce çeşitli bankaları soydu.
1972 Fransa’ya geri döndü.
1973 Tutuklandıktan sonra Compiegne Hapishanesine kapatıldı. Ancak oradan da efsanevi bir firar gerçekleştirdi. Üstelik firarı sırasında yargıcını da rehin aldı. Komiser Broussard tarafından yeniden tutuklandığında komiseri şampanyayla karşıladı. O andan itibaren Fransa’nın da 1 Numaralı Halk Düşmanı ilan edildi.
1977 Kendi hayatını yazdığı otobiyografik kitabı “Death Instinct – Ölümcül İçgüdü” yayınlandı. Bu kitabın dağıtımını cezaevinden gizlice gerçekleştirdi. Paris’teki ünlü mahkemesi başladı. Mahkemede yaptığı espriler ve şakalar sayesinde medyanın ilgi odağı oldu. Sonuçta 20 yıl hapis cezası aldı.
1978 Arkadaşı François Besse ile birlikte Sante Hapishanesinden firar etti. Deauville Casino’ya saldırı düzenledi. Sylvia Jean Jacquot ile tanıştı. Onunla birlikte İtalya ve Londra’ya gitti.
1979 Milyoner Lelievre’i ve bir gazeteciyi kaçırdı. Gazeteciyi öldürdü. Sayıları giderek artan röportajlarıyla medyada büyük patlama yaptı. Onu yakalayabilmek için “Anti-Mesrine” adı verilen özel bir polis birliği kurulduğu açıklandı.
2 Kasım 1979 Paris’in göbeğindeki Clignancourt Meydanında öldürüldü. Komiser Broussard’ın özel birliğindeki bir polis tarafından öldürüldüğünde yanında kız arkadaşı Sylvia Jean Jacquot vardı. O da çatışma sırasında ağır yaralandı.
Oyuncular: Vincent Cassel, Ludivine Sagnier, Mathieu Amalric, Samuel Le Bihan, Gerard Lanvin, Olivier Gourmet, Georges Wilson, Anne Consigny, Laure Marsac, Alain Fromager

Resimler:

Bir yanıt yazın