Şansa Bak – 50/50

50/50 – ŞANSA BAK – 30 Mart’ta Sinemalarda!

ÖZET: Arkadaşlık, sevgi ve hayatta kalma mücadelesi hakkında, komik, duygu dolu ve özgün bir hikaye olan ve başrolde Joseph Gordon-Levitt ile Seth Rogen’ın oynadığı Şansa Bak’ta, genç bir adam ölümcül bir hastalığı hayatı anlamak ve keşfetmek için eşsiz bir fırsata dönüştürüyor.
Adam Lerner’ın (Josep Gordon-Levitt) gayet güzel bir hayatı vardır: yetenekli ve seksi bir ressam sevgilisi ve mükemmel işiyle, 27 yaşındaki Adam’ın hayatında her şey yolunda gibidir. Ancak dinmek bilmeyen sırt ağrılarından mustarip olunca, muhtemelen ölümcül ve ender rastlanan bir tür kanser hastalığına yakalandığını öğrenir. Belkemiği boyunca gelişen, büyük ve kötü huylu bir tümör hayatını bir anda değiştirir. Arkadaşlarla kahve içmenin yerini kemoterapi klinikleri, sergi açılışlarının yerini psikolojik terapi seansları ve gelecek planları da hayatta kalma stratejilerine bırakır yerini.
Senarist Will Reiser da kanserle mücadele etti ve genç bir adamın tamamen hazırlıksız yakalandığı bir dünyada duygu dolu ve genelde eğlenceli bir yolculukta birbiriyle çakışan mizah ve ıstırap öğelerini barındıran, özgün bir senaryo yazmak için ilham buldu bu süreçte. Beklenmedik derecede komik olan ve insanlara bazen kahkahanın en iyi ilaç olduğunu hatırlatan bu filmde, en iyi arkadaşı olan Kyle (Seth Rogen) Adam’ın durumunu kızları yatağa atmak için kullanır, baskıcı annesi (Anjelica Huston) kendi korkuları içinde oğlunu göremez hale gelir ve sevgili Rachael (Bryce Dallas Howard) son derece çılgın bir sosyal hayat içinde dikkatini dağıtmaya çalışır ve Adam’la ilgilenen, genç terapist Katherine (Anna Kendrick) üçüncü hastasının ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır.

YAPIM HAKKINDA

Seth Rogen, Evan Goldberg ve Will Reiser ilk defa Britanya’dan ithal edilen komedi dizisi Da Ali G Show’un kamera arkasında tanıştılar. Rogen ve Goldberg kariyerlerine yeni başlamış senaristler olarak, Reiser da programın ortak yapımcısı olarak çalışıyordu. Hepsi 20’li yaşlarının başlarında olan üçlü ekibin en gençleri arasında yer alıyordu ve kısa sürede arkadaş oldular.
Sonra hiç beklenmedik bir şey oldu. “O programın temposu inanılmazdı.” diyor Goldberg. “7/24 çalışıyorduk. Altı saat boyunca bütün gün Will’in gözünün içine bakıyorduk ve gün geçtikçe daha da berbat görünüyordu. Hasta olduğunu bilmiyorduk, o yüzden onunla dalga geçiyorduk. Programın yıldızı olan Sasha Baron Cohen da elebaşı gibiydi. Will de bizimle birlikte gülüyordu.”
Da Ali G Show programını bitirmelerinden 8 ay sonra, Reiser arkadaşlarına kendisine kanser teşhisi koyduklarını söyledi. “Şok olduk ve çok üzüldük.” diyor Rogen. “Ama diğer yandan da bu kadar kötü görünmesinin nedeni bulunduğu için rahatlamıştık. Zar zor ayakta durduğunu düşünüyorduk. Will muhtemelen yaşayacağını söyledi, ki bu iyi haberdi, oldukça hazırlıksız yakalandığımız ve baş etmekte zorlandığımız bir süreç başladı bizim için.”
Reiser bu süreçten geçerken bile Rogen ve Goldberg arkadaşlarını hikayesini yazmaları konusunda teşvik ediyorlardı. “Akla hayale sığmayan bir şey gerçekleştiğinde aklıma ilk gelen şey onun hakkında bir film düşünmek olur, “ diyor Rogen. “Ve bana öyle geldi ki ölümcül bir hastalıkla mücadele eden, genç bir adam hakkında bir film izlememiştim. Gerçekten ilginç ve komik olabileceğini düşündüm. Will çok komik, tuhaf ve sinir bozucu. Kansere yakalanmış olabilecek en kötü adam olabilir. Herkes iyi karşılamayabilir bu durumu ama onun bu konuda tuhaf bir yaklaşımı var.”
Goldberg de konunun ciddiyetinin mizahla harmanlamayı hak ettiğini dile getiriyor. “Mizah hep kara ve kötü şeylere dayandırılır. Bu ise en karanlık şeylerden biri, o yüzden en komik konulardan biri olabileceğini düşündük – gayet doğru bir şekilde işlendi.”
Reiser’ın ilk taslak metni arkadaşlarının beklediği tüm öğeleri barındırıyordu. “Seth ve ben konu bize gelen bir senaryo olduğunda son derece acımasız oluyoruz.” diyor Goldberg. Reiser’ınki okuduğum en iyi ilk taslak senaryoydu. Arkadaşlarım hakkında iyi şeyler söylemeyi sevmem ama bu doğru. Hedefi on ikiden vurduk.”
Senaryonun ayrıntıları üzerinde birkaç yıl birlikte çalıştıktan sonra, yapımcılar öyküdeki hassas dram-acı-mizah dengesini anlayacak bir yönetmen bulmak için kolları sıvadılar. 2008 yılında Sundance Seyirci Ödülü’nü kazanan The Wackness filminin yönetmeni Jonathan Levine senaryoyu okudu ve o kadar etkilendi ki Rogen ve Goldberg’le doğrudan temas kurmaya çalıştı. “Yeni ve hayret verici bir yaklaşımla komediyi işlemelerine ne kadar hayran kaldığımı dile getiren bir mektup yazdım,” diyor Levine. “Onlarla çalışmayı ne kadar istediğimi ve projeyi ne kadar beğendiğimi anlattım onlara.”

Reiser, Levine’in filmdeki komedi ile dram arasındaki ince çizgiyi anlamasının onu mükemmel bir seçim kıldığını dile getiriyor. “Jonathan filme özgün bir bakış açısı kattı ve onunla çalışmak bizim için bir şanstı,” diye belirtiyor senarist.
Rogen’a göre yapım ekibi “komik” bir dünya yaratmamak veya komedi uğruna oyuncuların yapay bir şekilde oynatmamak konusunda özen gösterdi. “Karakterlerin ve hareketlerinin komik olduğunu düşündük ve mümkün olduğu kadar gerçekçi ve insancıl yaklaştık konuya.”
Yapım süreci senaryodaki komedi unsurlarını katma fırsatı tanıdı. “Film çok komik,” diyor Levine. “Ama bu gerçek hayattaki gibi davranmayan insanlardan kaynaklanmıyor. Mizah karakterlerden kaynaklanıyor ve benim bu filme yaklaşımıma rehberlik eden de bu oldu zaten.”
Yapım ekibi, Reiser dahil olmak üzere kanser hastalarıyla uzun görüşmeler yaptı, Seattle’daki kanser merkezini ziyaret etti ve burada kemoterapi ve radyoterapi süreçlerini gözlemleme fırsatı buldu. Projenin içine girdikçe, filme dahil olan birçok kişinin hastalıktan nasibini aldığını anladılar. “Birine kanser olduğunuzu söyleyince, kardeşliğin bir parçası oluveriyorsunuz,” diyor Reiser. ‘İnsanları birbirine bağlayan sağlam bağlar olduğunu anlıyorsunuz. Kanser hastalığı beklenmedik bir şekilde insancıl özelliklerimizi dışa vurabiliyor. Herkes hastayken aynı şeyi hissediyor: Yapayalnızlar ve vücutları onlara yüz çevirmiş, çevrelerindeki insanlarla nasıl ilişki kuracaklarını bilmiyorlar.’
“Çevremdeki herkesin zıvanadan çıktığını hissediyordum.” diye devam ediyor senarist. “Herkes ‘Tanıdığım biri var…’ diye lafa girerek bir kanser tedavisi önerisi sunuyordu. Maskaraya döndüm bir bakıma, o yüzden mümkün olduğunca tadını çıkarmaya çalıştım bu sürecin.”
“Will için bir sürü tuhaf an vardı. İnsanlar, nasıl olduysa, daha önce paylaşmadıkları şeyleri onunla paylaşıp duruyorlardı. Bu da filmde var. Karakterlerin hepsi kendi meseleleri içinde kaybolmuş halde ama bunları Adam’ın hastalığı üzerinden halletmeye çalışıyorlar.” diye hatırlıyor Goldberg.
Reiser senaryoya kendi anılarından birkaç tane eklemiş olsa da (örneğin senaristin gerçek MR ve tomografi filmleri kullanıldı filmde), birçok unsur senaristin hayal gücünün ve araştırmalarının ürünü. Örneğin, filmdeki Adam karakterinin aksine, Reiser’ın belkemiğinde gelişen tümörü yok etmek için ameliyattan önce kemoterapi tedavisi görmesi gerekmedi.
“Şansa Bak’ın kendi yaşam öyküm olmadığını belirtmem gerekir,” diyor Reiser. “Kendi deneyimlerimden ve çevremdeki insanların deneyimlerinden yola çıktım. İnsanların görmek zorunda kaldığı daha sancılı ve berbat tedavileri görmek zorunda kalmadım ben.”
Reiser, kanser hastalarının bazı genel endişelerine değindiğini ümit ediyor. “Kanser, vücudunuzdaki hücrelerinizin mutasyona uğraması anlamına geliyor. Vücudunuzun kendi kendine saldırması kadar kişisel bir şey olamaz. Bu durumda çevrenizdeki insanlarla nasıl bağ ve ilişki kurabilirsiniz? Kuramazsınız. İşte bunu karanlık, komik ve absürt bir yaklaşımla göstermek

istedim çünkü bütün bu deneyim çok tuhaftı. Bu süreçten sağ çıkmamı sağlayan şey mizah oldu. Ben de bunu paylaşmak istedim.”

Bir yanıt yazın