NUH: BÜYÜK TUFAN
Paramount Pictures ve Regency Enterprises Sunar
Bir Protozoa Pictures Yapımı
Bir Darren Aronofsky Filmi
“Noah”
Nuh: Büyük Tufan
Yapım Hakkında
“İzleyiciler, Nuh hikayesinin bütün muhteşem anlarını bekleyebilirler… Gemi, hayvanlar, düşmüş melekler, ilk gökkuşağı, güvercin. Ama yeni ve beklenmedik açılardan yakalanacaklar. Daha önce görülenleri tekrarlamak yerine Yaratılış kitabında yazılanları dikkatle inceledik ve ardından bu mucizelerin gerçekleşebileceğini düşündüğümüz bir ortam yarattık.”
— Darren Aronofsky
Darren Aronofsky (“Black Swan,” “The Wrestler,” “The Fountain”) cesaret, fedakarlık, umut ve kurtuluşun ilham veren hikayesi “Nuh: Büyük Tufan”ı beyaz perdeye taşıyor. Oscar® ® ödüllü Russell Crowe, vahiysel bir tufanın dünyayı yok etmesinden önce çok önemli bir kurtarma görevi için Yaradan tarafından seçilen kişiyi canlandırıyor. Daha önce hikayenin tamamı – izleyiciyi, korku ve inanç, yıkım ve zafer, güçlükler ve umutlar içinde yolculuk yaparken bu göz alıcı olayları Nuh ve ailesinin gözlerinden ve duygularından tecrübe etmeye davet eden canlı bir destanda beyaz perdeye getirilmemişti.
Yapım ekibi filmin dünya sınıfı kastına ve ekibine de, Nuh’un dünyasını yoğun bir şekilde araştırırlarken, metne saygı gösterirlerken ve İncil’deki detaylı özellikleriyle elle yapılmış otantik bir gemiye binerlerken kendi beklenmedik yolculuklarını yaşatmış. Filmin performansları, aksiyonu, yenilikçi özel efektlerinin her yönünde, yaratıcı ekibin amacı çok açıkmış: Nuh’un canlı ve özel olan modern bir deneyimini yaratmak.
Paramount Pictures ve Regency Enterprises, Aronofsky ve Ari Handel’in (“The Fountain”) senaryosundan Darren Aronofsky’nin yönettiği bir Protozoa Pictures yapımı olan Nuh: Büyük Tufan’ı sunar. Yapımcılar, Scott Franklin (“Black Swan,” “The Wrestler”), Mary Parent (“Pacific Rim”). Sorumlu yapımcılar, Arnon Milchan, Ari Handel ve Chris Brigham’dır (“Inception,” “Shutter Island”).
Kast’ta Crowe’a (“Gladiator,” “A Beautiful Mind,” “Les Misérables”) Oscar® ödüllü Jennifer Connelly (“A Beautiful Mind,” “Requiem for a Dream”), Ray Winstone (“The Departed,” “Hugo”), Emma Watson (“Harry Potter and the Deathly Hallows,” “My Week With Marilyn”), Logan Lerman (“Percy Jackson & the Olympians”), Douglas Booth (TV’den “Great Expectations” gelecek “Romeo and Juliet”), Dakota Goyo (“Thor”) ve Oscar® ödüllü Anthony Hopkins (“The Silence of the Lambs”) eşlik ediyor.
Filmin kamera arkası ekibinde görüntü yönetmeni Matthew Libatique (“Black Swan,” “Iron Man”), yapım tasarımcı Mark Friedberg (“The Amazing Spider-Man 2”, “Synecdoche, New York”), kostüm tasarımcı Michael Wilkinson (“Man of Steel”, “American Hustle”) ve besteci Clint Mansell (“Black Swan,” “The Wrestler”) bulunmaktadır.
Sinemada Nuh
Nuh ve dünya sular altında kalmadan önce inşa etmesi emredilen gemi, Yaratılış kitabında sadece birkaç sayfa yer alır. Ama o birkaç pasajın tüm dünyada milyonlarca kişi üzerinde derin ve kalıcı bir etkisi vardır. Hem kötülüğün en derinlerini hem de inancın zirvelerini çağrıştırır ve felaket sonrası kurtarılma umudunu besler.
Yine de film tarihinin başlangıcından beri bu efsanevi hikayenin beyazperdedeki uyarlamalarının çoğu geminin çoğunlukla oyuncakçı mağazalarında görüldüğü bir pop kültürünü yansıtan hicivler, komediler ya da animasyon filmler olmuştur. Hikaye, ilk olarak 1928’de, İncil’deki tufanın bir Hollywood yapımının 1. Dünya savaşı dramıyla birleştiren “Noah’s Ark” filmiyle beyaz perdeye taşınmıştır. O zamandan beri kısa Disney filmleri, çizgi filmler ve komedi temasında birkaç varyasyonlar olmuştur. Yine de Nuh’un hikayesi dikkat çekici bir şekilde daha önce hiç İncil’in sayfalarını hayata geçiren, tam ölçekli, görsel bir destan olarak denenmemiş ve hiçbir film yapımcısı da hikayenin ana fikrinden biri olan insan olmanın anlamı konusuna doğrudan araştırmamıştır.
“Komedi versiyonları, animasyon versiyonları var. Hatta Danny Kaye’in yer aldığı bir müzikal olan Broadway versiyonu bile var.” diyor Nuh: Büyük Tufan’ın yönetmeni ve ortak yazarı Darren Aronofsky. “Tarihi açıdan, folklor, mizaha ve çocuk masallarına yaklaşım her zaman yön değiştirirmiş. Ama hikayenin Yaratılış kitabındaki yerine bakarsanız sadece hayvanların çift olarak gitmesinden fazlası vardır. On nesil insanın kötülüğünün sonunda zirveye ulaşarak Tanrı’nın her şeyi yeniden yapmak istediği bir noktaya gelişinin hikayesidir. Bana göre dünya hikayesinin ilk sonudur.” Ayrıca sonunda İncil’in metninin kalıcı gücüne saygı gösterilirken 21. yüzyılın film yapımı teknikleriyle duygusal açıdan anlatılabileceğini de düşünmüş. “Pop kültürden dolayı zaten mevcut olan klişe önyargılara daha fazla bir şey eklemek istemedim. Bu Nuh’un yeni, acil ve gerçek hissetmesini istedim.” diyor.
Aronofsky’nin Nuh temalarıyla ilgilenmesi 13 yaşındayken Nuh hakkında ödül kazanan bir okul şiiri yazmasıyla başlamış. Daha sonra film yapımcılığı kariyerine başlarken, bu muazzam hikayenin modern sinema perdesinde nasıl yaşatılabileceğini düşünmeye de başlamış. Hem tutku hem de detaylara son derece dikkat isteyen çok başarılı bir sinema filminin kariyerinin en büyük zorluğu olacağını biliyormuş. Ama aynı zamanda Nuh’un ailesinin destansı hikayesinin kişisel yönüne de derinden çekilmiş. İnsanların korkularını, umutlarını, çatışmalarını ve bu sıra dışı olayların ortasında anlam arayışlarını incelemek istemiş.
“İlk kıyametin hikayesi olarak bir ailenin nasıl hayatta kalacağını hayal etmek benim için son derece ilginçtir.” diyor yönetmen. Bu Aronofsky’yi ve ortak yazar/ sorumlu yapımcı Ari Handel’i bilinmeyenin derinliklerine götürecek yazma sürecinin başlangıç noktası olmuş. Yaratılış kitabındaki metin kısa olduğundan, hiç diyalog içermediğinden ve Nuh’un yaklaşmakta olan tufanla ilgili iç duygularına ait hiçbir önerme sunmadığından dolayı Nuh’un zamanını ve hareketlerinin anlamını daha iyi anlayabilmek için dini, tarihi ve akademik kaynaklara yönelmişler. Metne satır satır bağlı kalmayı hedeflemeseler de Nuh hikayesinin otantik temalarını uyarlamaya ve İncil’deki anlatımda yöneltilen soruları araştırmaya odaklanmışlar.
Uygulayıcı Yapımcılar: Ari Handel, Chris Brigham
Yapımcılar: Scott Franklin, Darren Aronofsky, Mary Parent, Arnon Milchan
Senaryo: Darren Aronofsky & Ari Handel
Yönetmen: Darren Aronofsky
Oyuncu Kadrosu: Russell Crowe, Jennifer Connelly, Ray Winstone, Emma Watson, Anthony Hopkins ve Logan Lerman
Gösterim Tarihi: 3 Nisan 2014
Nuh’a Yaklaşım
Aronofsky her zaman en çok kişiyi etkileyen hikayelere ve hikaye anlatımının en cesur yöntemlerine ilgi duyan bir film yapımcısı olmuştur. İlk filmi “?”nin matematikçi keşiflerinden “The Wrestler”ın hem acı hem tatlı uzlaşma arayışına, yoğun bale dünyası gerilimi “Black Swan”a kadar fanilik, aşk, kutsallığın anlamı gibi çok verimli konuları araştırma isteği gibi yenilikçi görsel yaklaşımlarıyla tanınmıştır.
Handel, Aronofsky’nin izleyicileri hem rahatsız edici kaos hem de Tanrı’nın varlığıyla dolu antik bir dünyaya götürmenin görsel risklerine girebilecek tek yönetmen olduğunu söylüyor. “Darren, doğru yönetmendi. Çünkü Nuh: Büyük Tufan’ın görsel zorlukları inanılmaz. Bu yüzden görsel yetenekleri aynı oranda inanılmaz birine gereksinim vardı. Ama aynı zamanda görsel görkemi, duygusal yoğunlukla birleştirebilecek birine ihtiyaç vardı. Darren da bu eşsiz birleşime sahip.” diyor.
Aronofsky’nin görsel yetenekleri düşünülerek senaryoda ölçekten, aksiyondan ya da beklenmeyenden sakınılmamış. “Böyle önemli bir hikayeye yakışan bir büyüklük ve önem getirmek istedik. Ama kendi içinde de insanları beklentilerinin ötesindeki bazı unsurlarla şaşırtmak istedik.” diyor Handel.
Şöyle devam ediyor; “Örneğin, Yaratılış kitabında Nuh’a bir gemi inşa etmesi ve gemiye bütün hayvanlardan iki tane getirmesi söyleniyor. Bu görevi nasıl yaptığının bir tarifi yok. Ama Darren, Nuh’un gemisi için malzemeleri bulması ve gezegendeki hayvanların temsilcilerini toplaması için sinematik açıdan heyecanlı ve dramatik bir yol buldu. Bu çözümler İncil’le çelişmeseler de İncil’de yok. Ama hikayenin ruhuna uyan mucizevi bir özellikleri olduğunu düşündük.”
Aronofsky de aynı zamanda sadece destansı bakıştan fazlasını yakalamayla ilgilendiğini söylüyor. “Biz Yaratılış kitabındaki asıl metinle başladık. Daha sonra onu genişleterek bir aile dramına dönüştürdük.”
“Nuh’un hikayesinin birçok yönü hakkında çok az şey biliniyor. Nuh, gemiden ininceye kadar tek kelime bile etmiyor.” diyor Handel. “Bu yüzden bu karakterlerin düşündükleri ve söyledikleri her şeyin ucu açık bırakıldı. Ama metne yakından bakarsanız ipuçları var. Nuh’un yeni dünyaya ulaştıktan sonra sarhoş olduğunu düşünün. Bu Yaratılış kitabında açıklanmamıştır ama bize Nuh’un karakterinde araştırmayı ve anlamaya çalışmayı istediğimiz bir sezgi gibi geldi. Ne gibi zorluklar ve gerginlikler yaşamış olmalı ki görevini başardıktan sonra bile içkiye dönme ihtiyacı duymuş? Nuh’un soyunun bir kolunu ebedi kölelikle lanetleyen, sarhoş ve çıplak olan “erdemli insan” tanımıyla nasıl uzlaşacağız? “Ya da” diyerek devam ediyor Handel, “Yaratılış hikayesinin en acı veren bölümünün ne olabileceğini düşünün; kendi yarattığının hepsini olmasa bile büyük çoğunluğunu yok etmesi gerektiğine karar veren bir Yaradan düşünün. Tabii ki tufanda boğulanlar arasında çocuklar da vardı. Tabii ki çift olan hayvanların ötesinde birçok masum hayvan da vardı. Öyleyse tufan, o kayıplara rağmen temiz bir başlangıç yaratmakla ilgiliydi. Yaratılışını seven, adil bir Yaradan için acı veren bir şey olmalı. O acıyı, hepimizin bağ kurabileceği, insani bir düzeyde nasıl anlatırız? En önemli görevimiz, Yaratılış kitabının detaylarına sadık kalarak, bu soruları zorlayıcı, sinematik açıdan nasıl araştıracağımızı bulmaktı.”
Senaryolarının merkezinde ürkütücü gibi görünen bir görev karşısında Nuh’un kararlılığı ve çok insani çabaları vardı. Yaradan, kendisini felaketle ilgili uyardığında ve hayvanları kurtarmasını emrettiğinde Nuh, sorgusuz bir inançla yapıyor ve bazılarının bekleyebileceği gibi hiçbir inançsızlığı olmuyor.
“Günümüzdeki birçok filmde, bir karakter bir hayal gördüğünü ya da sesler duyduğunu söylerse etrafındaki insanlar önce aklından şüphe edebilir. Ama ben ve Darren, bunun modern bir düşünce biçimi olduğunu düşündük” diye açıklıyor Handel. “Nuh, büyükbabasının Adem hayattayken yaşadığı bir zaman diliminde yaşıyor. Adem de gerçekten Tanrı’yla birlikte yürümüş. Bu yüzden Nuh’un Tanrı’nın kendisine söylediklerine inanma konusunda hiçbir sorunu yok. Ama Nuh için daha önemli olan sorular şunlardır; 1) senden yapman istenilen şeyi tam olarak anladığından nasıl emin olabilirsin? Ve 2) nasıl başarabilirsin?”
Sadece Nuh’un dünyasının – İncil’de insanlığın düşüşüyle, büyük tufanın gelişi arasındaki patırtılı, günah dolu zaman olarak işaretlenen sınırlarını canlandırmak bile büyük bir sorumluluk olmuş. İncil’de acımasız günahkarlıkların ve “dünyadaki meleksi devler”in çağına ait referanslar olsa da akademik detaylar sınırlıdır.
“Mısır hakkında bazı şeyleri biliyoruz, antik Batı Şeria hakkında bazı şeyler biliyoruz. Ama tufandan önceki dönemde dünyanın nasıl olduğu hakkında çok az bilgi var.” diyor Aronofsky. “Biz de bundan kaçınmamaya, bizimkinden farklı bir dünya olduğunu benimsemeye karar verdik.”
Aronofsky ve Handel, yaradılış kitabına ek olarak The Dead Sea Scrolls, the Book of Enoch (Nuh’un büyük büyükbabasına atfedilen bir çalışma) ve Book of Jubilees gibi metinlerle ilahiyatçıların ve tarihçilerin tarihi ve modern incelemelerine başvurmuşlar. Yine de Nuh’un dünyasını beyaz perdede her türlü geçmişe sahip film izleyicisini çekecek şekilde yakalamak için o araştırmalardan cesur bir sıçrayış yapmaları gerektiğinin her zaman farkında olmuşlar. Riskler çok açıkmış ama insanları hikayenin parlak fikrine daha yakınlaştırmak için verdikleri söz de öyleymiş.
Handel şöyle özetliyor; “Nuh’un hikayesini anlatmak üzere yola çıktığımızda ürkütücü olacağını biliyorduk. Çünkü hikaye birçok kişi için birçok düzeyde çok anlamlı. Çünkü öyle güçlü bir hikaye ki bu da çok derin ve gerekli olduğu anlamına geliyor.”
Aronofsky şunları ekliyor; “Bence insanlara bu hikayelerin ne kadar muhteşem olduğunu hatırlatılması çok heyecanlı olacak. Bu yüzden bu filmi inananlar ve inanmayanlar için eşit derecede uygun yapmaya çok dikkat ettim.”
Aronofsky’le birlikte bütün filmlerinde çalışan yapımcı Scott Franklin için, Nuh’un zamansız temalarını Aronofsky’nin tarzının maceracı doğasıyla birleştirmek, teknik olarak heyecan verici ama aynı zamanda derinden tatmin edici bir film vaadini taşıyormuş.
Franklin şöyle söylüyor; “Film çok yüzeyli. Metne bildiğimiz kadarıyla sadık kalmayı hedefliyor. Ama bazı detayları hayali bağlamla dolduruyor. Kesinlikle büyük bir görsel efektler bileşeni var. Ama bence bu filmin merkezi Darren’ın Nuh’un hikayesine büyük bir aile dramı olarak baktığı orijinal görüşü. Bu malzemeye çok kişisel bir tutku getirdi.”
Son olarak Guillermo Del Toro’nun “Pacific Rim” filmini yapan yapımcı Mark Prent da Aronofsky’nin yaklaşımından aynı derece heyecan duymuş. “Darren, İncil’deki hikayenin gerçek özünü yansıtan bir şey yarattı. Ama aynı zamanda her zamanki gibi modern bir hikayeci olmasına da olanak verdi.” diyor. “Filmin görsel dilinde çok fazla modern işaretler göreceksiniz. Ama sonuç yine de klasik ve destansı. Performansları, film yapımı düzeyi ve saf aksiyon macerasıyla sizi bu dünyaya taşıyor.”
Şöyle devam ediyor; “Darren’ı büyük bir film yapımcısı yapan unsurlardan biri de sizi sınıra itme, uçurumun kenarına taşıma, bu durumda da sizi Nuh’un çıkmazının içine taşıma yeteneğidir. Darren aynı zamanda inanılmaz samimi bir hikaye anlatıyor. Bu, genelde bir arada bulunmaz.”
Nuh: Büyük Tufan’ı Resmetmek
Film yapımcıları Nuh: Büyük Tufan hikayesini kimin taşıyabileceğini konuşmaya başladıklarında bir isim hemen öne çıkmış: Russell Crowe. Gladiator filmiyle Oscar® alan Crowe, genelde yükselen karakterlere kaba bir insanlık getirmesi için aranır. Ama Nuh’u oynamak onun standartlarına göre bile büyük bir sorumluluk olacaktı. Özellikle de Nuh, daha önce Tanrı tarafından insanlık tarihinin en ağır yükünün altında durmak üzere, tüm canlıların yaşamını sürdürmesini sağlamak için seçilmiş gerçek, kusurlu bir insan olarak beyaz perdede görülmemiş olduğu için…
Aronofsky şöyle söylüyor: “Russell, bizi etkiledi. Çünkü her zaman özgündür. Çok inanılırdır. Ne olursa olsun söylediği şeye inanıyorsa Russell’ı asla sorgulamazsınız. Tabii ki bu kadar yetenekli, bu kadar güçlü biriyle çalışmak, sadece birlikte yaratabileceğimizi görmek bile benim için heyecan vericiydi.”
Ari Handel, rolün sıra dışı sınırlarına hemen girebilecek bir oyuncu olduğu için memnun olmuş. “Gerçekten İncil’deki destanların müthiş bir uygulaması olan, o ağırlığa sahip birine ihtiyacımız vardı. Russell, Herkül gibi en imkansız görevi şikayet etmeden yapabilecek kapasiteye sahiptir. Gücünden ya da yeteneğinden hiç şüphe etmezsiniz. Ama gözlerindeki tutkuyu görürsünüz.”
Aronofsky, rolü almasına yardımcı olmak için Crowe’a bir söz vermiş: Başının arkasında bir çift zürafayla eski klişe görüntülerde asla yer almayacakmış. Ama Crowe araştırmalarına başladığında modern bir bakış açısıyla Nuh’un içine girmeye çalışmanın sonsuz bir büyüleyicilikte olduğunu görmüş. “Nuh’la ilgili önyargılı fikirlerle başlıyorsunuz. Ama onun zamanında dünyanın nasıl olabileceğini düşünmeye başladığınızda çok ilgi çekici oluyor.” diyor.
Crowe için en büyük zorluk sıradan bir adamın Yaradan’dan gelen böylesi şüpheli bir hareket çağrısıyla duygusal ve ahlaki açıdan nasıl mücadele ettiği konusunu kabullenmesi olmuş. “Nuh, karşı karşıya olduğu görevin bir tür tümdengelim olduğunu anlamaya başlıyor. Çünkü pek fazla doğrudan bilgi almıyor.” diye açıklıyor Crowe. “Anladığı şey, bütün hayvanlara bakması gerektiği. Ama insan sorusuna nasıl cevap vereceği konusunda hiç bilgisi yok. Bu yüzden çözmesi gereken çok şey var. Nuh’la ilgili hoşluklardan biri de bu işte herhangi bir saygınlık bulduğunu sanmıyorum. Aslında bunu Yaradan’dan alabileceği en kötü iş olarak görüyor. Ama tamamlamak için gücü dahilindeki her şeyi yapacak.”
Crowe için Aronofsky’yle çalışmak başlı başına bir çekim olmuş. “tek bir günü bile gerçekten güzel bir şey yakalamadan bitirmediğimizi düşündüm.” diyor oyuncu. “Yoğun biri. Çünkü çok iş yapmak istiyor. Ama bu çok iyi çünkü her zaman bir şey aradığını biliyorsunuz. Bir şey daha var; yönetmeyi hiç bırakmıyor. En uzun, en soğuk, en zorlu gecede bile üzerine gittiğin konu hakkında konuşmayı asla bırakmıyor. Sanırım bu da neden bu tür filmler yaptığını açıklıyor. Her zaman insanları ortalama ya da tipik olmayan yerlere ve deneyimlere götürüyor. Umarım bu film de öyle yapacaktır.”
Crowe’un yanında Nuh’un karısını canlandıran oyuncu, yine Crowe’la birlikte rol aldığı “A Beautiful Mind” ile Oscar® kazanan Jennifer Connelly. Connelly ayrıca Aronofsky’nin Requiem for a Dream” filmiyle de birçok ödül almıştı.
Nuh’un karısının İncil’de ismi geçmiyor. Ama Aronofsky ve Handel, filmde karısının tecrübesini daha derinden araştırmak ve ona Yahudi ilmindeki ismini Naama’yı vermek istemişler. Yaratılış kitabında Nuh’un karısının ne yaptığını ya da ne düşündüğünü bilmiyoruz. Ama bizim için olayların önemli bir bölümünde olması önemliydi.” diyor Handel. “Dünyada yapmaları gereken görevin büyük zorluğu altında olduklarında bile ailesini bir arada tutmaya çalışan bir kadın olarak yazdık. Jennifer Naama’ya ahlaki bir güç verdi. Nuh’un kararını vermesine yardım ederken bile doğru olana ve insanlar olarak bizim merhameti hak edip etmediğimize odaklanıyor.”
Connelly, Aronofsky’yle yeniden bir araya geldiği için heyecan duyduğunu söylüyor. “Onu böyle destansı boyutlardaki bir filmin başında görmek muhteşemdi. Birlikte yaptığımız diğer filmden çok farklı bir çabaydı. Bu Darren’ın anlatmak için çok uzun zamandır tutkulu olduğu bir hikaye. Bu yüzden benim için de onu hayata getirmesini izlemek heyecan vericiydi. Film yapımcısı olarak görsel açıdan çok yenilikçi, ve çarpıcıdır. Ama aynı zamanda performansa çok odaklıdır. Oyuncuların çalışma şekline karşı çok hassastır.”
Connelly, Naama’yı oynamak için çok az malzemesi olunca, elinden geldiği kadarıyla erken tarihteki kadınların sırlarla örtülü hayatları hakkında kişisel araştırma yapmış, özgün bir deneyim yaratmaya çalışmış. “Yaratılış kitabı karakterimle ilgili fazla bir şey söylemiyor. Ama Darren onu hem duygusal açıdan çok güçlü hem de erdemli olan sadık bir eş, çocuklarına düşkün bir anne olarak yazmış. Bu yüzden ben de arkeologların, İncil’in ne söylediğini araştırdım. Hepsini karıştırınca daha çalışkan biri oldu. Duygusal ve fiziksel olarak çok yetenekli bir kadın.”
Ayrıca “Onun değeri yakutlardan üstündür” ve “Kendini fiziksel gücüyle destekler.” “İhtiyacı olanlara ellerini uzatır.” diyerek erdemli bir eşten söz eden 31. ayetten de esinlenmiş. Connelly şöyle söylüyor; “Sanırım Naama gerçekten 31. ayette söylenilenleri kapsıyor. Sadece Nuh’u destekleme biçimiyle değil, ayrıca gücü, çalışkanlığı, bilgeliği ve alçak gönüllülüğüyle de. Bence o açıdan gerçekten çarpıcı bir karakter.”
Crowe için Connelly ile yeniden bir araya gelmek, Nuh ile Naama arasındaki önemli karı koca bağına organik bir derinlik getirmiş. “Daha önce deneyimlediklerimizden dolayı Jennifer’la ilişkimin ne kadar detaylı ve karmaşık olacağını fark etmemiştim.” diyor. “Birbirimizi “Beautiful Mind”dan bu yana pek görmemiştik. Ama o deneyimle ilgili bir şey bize o derin bağı bulmak konusunda daha ileri bir başlangıç noktası verdi.”
Aronofsky, Connelly’nin Naama’nın deneyimine çok fazla görüş ve fikir katmasından çok memnun olmuş. “Jennifer, filmde yaptığım en iyi seçimlerden biriydi. Çünkü gerçekten karakterini genişletebildi ve hikayeyi çok daha zenginleştirdi.” Diyor.
“Nuh: Büyük Tufan’ın” Yardımcı Oyuncu Kadrosu
Nuh: Büyük Tufan kastına zorlayıcı filme biraz daha duygu ve insanlık dokunuşları katan ödüllü tecrübeli oyuncularla ve yükselen yıldızlardan oluşan bir grup katılmış. Adem’i Nuh’a bağlayan soyda olduğu sadece tek bir İncil pasajında geçen zamanının en uzun yaşayan kişisi olan Metuşelah rolü için yapımcılar Oscar® ’lı oyuncu Anthony Hopkins’i seçmiş.
“Metuşelah’ı Nuh’un akıl hocası olarak gördük. Bu yüzden de bilge, güvenilir ama aynı zamanda biraz göz kırpan ve yaramaz birine ihtiyacımız vardı.” Diyor Handel. “Ama o bundan çok daha fazlası. Metuşelah’ın 10 bin şeytanı öldürdüğü, üzerine Tanrı’nın birçok adı işlenmiş bir kılıcı olduğundan söz eden bir Yahudi efsanesi var. Bizim Metuşelahımızın da o tür bir gücü olmasını istedik.”
Aronofsky şunları ekliyor; “Metuşelah’ı oynayacak birini seçmek neredeyse imkansız. Çünkü ilginç bir şekilde dünyanın en yaşlı adamını oynayabilecek birini bulmanız gerekiyor. Bu yüzden Anthony Hopkins geldiğinde bizim için inanılmaz heyecanlı oldu. Karakteri gerçekçi kılabildi çünkü kendisi muhteşem bir oyuncu.”
Nuh’un rakibi ve Habil’i öldüren Kabil’in soyundan olan Tuval-Kabin rolünü Martin Scorsese’nin “The Departed” ve “Hugo” filmlerinden bilinen İngiliz oyuncu Ray Winstone almış. Yaratılış kitabında ismi geçse de Tuval-Kabin, Nuh’un hikayesinde yer almaz. Ama Aronofsky ve Handel onu senaryoya belli bir nedenden ötürü getirmişler. “İlk katil Kabil’in soyundan gelen biri var ve kendisi İncil’de silahların yaratıcısı olarak tanımlanıyor.” diyerek anlatıyor, Handel. “İnsanın kötülüğünü ve bozulmasını temsil eden, Kabil’in soyundan gelenlerin lideri olmak için doğru kişi gibi göründü.”
Winstone, başından beri ilk tercih olmuş. Aronofsky şöyle anlatıyor; Russell Crowe’a gününü gösterebileceğine inanacağınız birini bulmalıydık. Kendisi de Russell’ın boyuna uygun, iri ve sert bir adam. Büyük bir karşı koyma ve çatışma yaşıyorlar.”
Winston, yaklaşımında Tuval-Kabin’i ne pahasına olursa olsun hayatta kalmaya kararlı, kusurlu ama usta bir adam olarak algılamış. “Tuval-Kabin’i kötü adam olarak değil de çok insani olarak gördüm. Çok güçlü bir bakış açısı var.” diyor.
Winstone şöyle devam ediyor; “Sanırım acı çekiyor çünkü Yaradan onunla konuşmuyor. Uzaklaştırılmış bir çocuk gibi. Nuh’la arasında çok fazla kıskançlık var. Üzüntü var. Bence genç yaşından itibaren toprak için, madenler için, et için savaşmış bir savaşçı olmuş ve “hayatımda ne yaptım?” diye sorguladığı bir noktaya gelmiş.”
Mary Parent, Winstone’un karmaşıklığından etkilenmiş. “Tuval-Kabin, Tanrı’nın insanların nereye gittiğini sorgulamasına neden olan bir alamet. Filmde, kendisini Tanrı’yla kıyaslamaya bile başladığı inanılmaz bir an var. Kibir aşamasına taşıyor. Ama bir yandan da Ray bir hassasiyet katıyor. Böylece Tuval-Kabin’a sempati duyuyorsunuz ve onun gözüyle bakıyorsunuz. Yaptığı mantıklı geliyor. Nuh, Yaratılışın tamamına saygı duyarken Tuval-Kabin her şeyi kullanılmaya hazır olarak görüyor.”
Nuh’un oğulları, dünyanın yeni neslini tekrardan dolduracak olan Şem, Hem ve Yafet hızla yükselen üç oyuncu tarafından canlandırılmış. “Percy Jackson: The Lightning Thief” ve “The Perks of Being a Wallflower”daki rolleriyle övgüleri toplayan Logan Lerman Hem’i oynuyor. BBC’nin “Great Expectations” dizisinde Pip karakteriyle ödüller alan İngilizlerin kalp çarpıntısı Douglas Booth Şem’i oynuyor. Yafet’i ise yeni keşif Leo Carroll oynuyor.
İncil’de Nuh’un oğullarının tam yaşı verilmese de 100 yaşlarında olduklarına inanılıyor. “İnsanların 900 yıl yaşadığı bir çağda, 100 yaşındaki biri nasıl görünmeli ya da 500 yaşındaki biri? Nuh, 500 yaşındayken çocukları olmuş, 600 yaşında gemiyi inşa etmiş, 950 yaşında ölmüş.” diye açıklıyor Aronofsky. “Bundan dolayı da bizim hikayemizde Nuh, gemiyi inşa ederken senin gibi mi görünmelidir yoksa biz bir şekilde 500 yaşına kadar yaşarsak diye mi bakmalıyım ya da hayatının 5/9’unu yaşamış biri olarak mı, başka bir deyişle orta yaşlı bir adam gibi mi görünmeli? Nuh’un çocukları da hayatlarının 1/10’undaymış. Nasıl görünmeleri gerekir? Önemli olan babalarına göre daha genç görünmeleri, hala aile reislerinden insanlığın anlamını öğreniyor olmalarıdır. İzleyicilerin bunu hissetmesini istedik.”
Tufandan kurtulan tek insan olma ümidi Nuh ve Naama için zor bir şeyken, özellikle ortanca oğulları Hem’in kabullenmesi zor olmuş. “Bu her yaşta kabullenmesi zor bir şeydir. İnsanlığın yok oluşundan kurtulacak bir avuç insanın arasında olacaksınız. Ama anne ve babalarının yaşadıklarını bile yaşayamayacaklarını düşünen, hayatlarının başındaki insanlardan söz ediyorsanız isyan edeceğiniz anlar olacaktır.” diyor Russell Crowe.
Hem’in isyan anları olmuş ama Lerman canlandırdığı karakteri umutla motive olan biri olarak görüyor. “Teknik olarak kötü bir çocuk, çünkü babasının söylediklerini sorguluyor. Ama bence aynı zamanda sadece seveceği birini arayan bir çocuk” diyor.
Film yapımcıları Nuh’un en küçük oğlu, 10 yaşındaki Yafet’i bulmak için ülke çapında seçmeler yapmış. Sonunda Chicago’da Leo Carroll’u keşfetmişler. “Russell Crowe ve Jennifer Connelly’nin olduğu bu aileye uyabilecek çok fazla oyuncu bulamazsınız.” diyor Scott Franklin. “Ama Leo’nun doğal bir yeteneği ve çok ciddi oyunculuk özellikleri var.” Kamera karşısına ilk kez birlikte geçtiklerinde Russell Crowe’u hayrete düşürdü.”
Booth, Şem’i Nuh’un görünüşte en itaatli olan oğlu olarak tanımlıyor. “Şem, gerçekten film boyunca tek bir önemli ana kadar babasının oğlu.” diye anlatıyor. Ama Şem için bile babalarının onları götürdüğü gelecek dehşet verici. Booth da gerçekten o konumda olmanın nasıl olacağını hayal etmiş. “Gezegendeki son aile olacağınızı ve diğer herkesin öleceğini bildiğinizi düşünün.” diyor. “Çok büyük bir olay ve Darren’ın bunu çok özel bir şekilde yakalamasına bayılıyorum.”
Ari Handel, biraz daha açıyor; “İncil, Nuh’un, oğullarının, oğullarının eşlerinin gemiye gönderildiğini söyler. Filmde olan da tam olarak budur. Ama şaşırtıcı ve beklenmedik bir şekilde oluyor. Filmin sonunda üç tane oğul ve üç tane eşleri olduğu ve hepsinin gemide olduğu belli oluyor. Ama biz eşlerinin geliş şekillerini ve belirsizliklerini insanlığın iyi mi kötü mü olduğunu, adaleti ya da merhameti hak edip etmediğini, yok edilmesi ya da kurtarılması gerekip gerekmediği sorularını dramatize etmeye yardımcı olmaları için kullandık. Bunlar Nuh hikayesinin merkezinde olduğunu düşündüğümüz sorulardı.
Nuh’un ailesine ayrıca Nuh’un bir mülteci kampında ölüme terk edilmiş halde bulduktan sonra evlatlık edindiği İla da katılıyor. Büyüyüp kadın olurken aralarında eşsiz bir bağ oluşuyor. Rolü, popüler “Harry Potter” film serisinde Hermione Granger olarak tanınan ve “My Week with Marilyn” ile “The Perks of Being a Wallflower” filmlerinde daha olgun rollerde yer alan Emma Watson canlandırıyor.
Handel şöyle söylüyor, “Ila için, bir kızın masumiyetine sahip olan ama aynı zamanda bizi bir yetişkinin gücüyle şaşırtabilecek birini arıyorduk. Emma bunu gerçekten sağladı.” “Ila, hikayede bir katalizör” diyerek ekliyor Parent. “Büyürken Şem’le aralarında bir aşk hikayesi yaşanıyor. Ama Nuh’un ve özellikle de inancı üzerindeki etkisi çok duygusal.”
Watson, rolün kendisi için yeni tecrübe alanlarında araştırma yapmasına neden olduğunu söylüyor. “Bir kadın için ailesinin olabilmesinin ne demek olduğunu çok düşündüm. İla’yı İla yapan hayat hakkında, yoksulluk içinde yaşaması ve bazı çok karanlık şeyler görmesi hakkında çok düşündüm. Sanırım İla’nın kendisini kurtaran, onu ailesine götüren ve kendi ailesine sahip olma arzusunu besleyen Nuh’a çok yakın hissetmesinin nedeni bu. Filmde, nesiller, aile, nesilden nesile geçirilenler hakkında çok ilginç olan bir duygu var.”
Watson için Aronofsky’nin Nuh’a yaklaşımı şaşırtıcı ama aynı zamanda etkileyiciymiş. Şöyle söylüyor: “Bence çoğu kişi Nuh’un hikayesini düşününce sadece çifter çifter dolaşan hayvanları düşünüyor. Oysa bizim anlattığımız hikaye bu ailenin neler yaşadığı – Nuh, karısı ve çocukları arasındaki ilişkiler hakkında. Yani inanılmaz ölçekli muhteşem bir destan olmasına rağmen ayrıca çok sıcak ve ince.”
Yapım bir Gemi İnşa Ediyor
Darren Aronofsky, “Nuh Büyük Tufan”da başından itibaren önemli bir karar vermiş: sıfırdan gerçek bir gemi yaparak hikayenin kaynağı olan metinlere saygılarını sunacak ve Nuh’un inşa ettiği yazılan geminin özgün boyutlarını büyük oranda yapacakmış. Bilgisayar efektli geminin çok daha kolay olacağını biliyormuş. Ama Aronofsky onun izleyicilere asla Nuh’un projesinin ne kadar muazzam olduğunu tecrübe etmenin heyecanını veremeyeceğini, geminin yerli halka ne kadar çarpıcı görüneceğini ve Nuh, sözüne ne kadar sadık olsa da aslında ne kadar tehlikeli bir teklif olduğunu düşünmüş.
Nuh: Büyük Tufan’da görülen olağanüstü gemi sık sık ilkel bir gemi olarak tanımlandığını gören birçok kişiyi şaşırtabilir. Ama Aronofsky’nin İncil’den detaylı araştırması Ama bu onu başka bir yöne götürmüş. “Amacımız her zaman İncil’de söylenilene, temelde dikdörtgeni kutu olarak tanımlayan kitaba geri dönmekti.” diye açıklıyor Aronofsky. Yaradılış kitabı geminin boyutları için detaylı özellikleri temin etmiş. Bu metinde inanılmaz yönergelerin verildiği nadir yerlerden biridir. Aronofsky, metne sadık kalmış, filmde görülen geminin planı olarak kullanmış. “Son yüzyılda gördüğümüz bütün yorumlar gemiler oldu. Ama gerçekçi olarak geminin bir omurgaya ihtiyacı yoktu çünkü gezmesi gerekmiyordu. Selden sağlam çıkması gerekiyordu. Bu yüzden biz de İncil’e başvurduk ve tarif edildiği ölçekte inşa ettik- oldukça etkileyici boylarda oldu.”
Yüzyıllardır geminin kalıntılarını bulmak için Türkiye ve Ermenistan’ın dağlarında araştırmalar yürütülmüş. Ama sadece gerçek ölçülerde sadece bir avuç rekreasyon denemesi yapılmış. Gerçeğine benzer bir şey yapmak kast ve ekip için hem eğitici olmuş hem de eşsiz bir atmosfer yaratmış. “Kast, duvarlarına dokunabiliyor ve gerçekten üzerine tırmanabiliyordu.” diyor Aronofsky. “bir geminin gerçekten nasıl bir araya getirileceğini görerek çok şey öğrendik.”
Aronofsky, geminin tasarımı ve yapılışı için HBO dizisi “Mildred Pierce” ile Emmy ödülü alan yapım tasarımcı Mark Friedberg ile yakın çalışmış. Friedberg sürece yapımdan bir yıl önce başlamış ve önce orantılara odaklanmış. “Yaratılış kitabında geminin boyutları 13 kübit yükseklikte, 22 kübit genişlik ve 130 kübit uzunluk olarak verilmiş. Ama Mısır kübiti ve Venedik kübiti var. Bu yüzden tarihi daha derin inceleyerek çözmemiz gerekti.” diyor.
Yapım tasarımcı Nuh’un güzel bir şey yapacak zaman lüksü olmadığını aklından çıkarmamış. İş ne kadar kutsal olsa da o işi kısa sürede çözecek bir şeye ihtiyacı varmış. “Geminin yapımı ümitsizlik içinde yapılmış.” diyor Friedberg. “Yani bir marangozluk eseri değil, ince bir gemicilik eseri değil. Fonksiyonel bir nesne. Dünya sularla dolarken hayvanların yüzmesini sağlamak için var. Dümenle yönetilmesine gerek yok. Çünkü bütün dünya suyla doluyorsa nereye gidecek?”
Asıl önemli olan fonksiyon olsa da Aronofsky ve Friedberg sanattan da ilham almış. Özellikle de sembolizme ait resimleri ve heykelleri saman, kül ve tuz gibi malzemelerden oluşan Alman sanatçı Anselm Keifer’in ham, vahiysel vizyonundan. Freidberg şöyle söylüyor; “Kiefer bana hitap etti. Çünkü eserleri ümitsizlik, güzellik ve vahşilik hakkında.”
Kiefer’den işaretler alan Friedberg şöyle devam ediyor; “Darren ve ben bu geminin yapısının çok kaba, pürüzlü ve el yapımı olurdu diye düşündük. Tahtalar da testereyle kesilmiş değil de kırılmış ve birbirine bağlanmış olurdu. Bence gemiye canlılığını, kıyametin yaklaştığı duygusunu veren ve bu nesnenin insanların hayatta kalabilecek bir şey yapmak için ellerinden geleni yaptıkları, hızlı, kabaca çalışmalarının sonucu.”
Doğru malzemeleri bulmak da zor olmuş. İncil’de Nuh’a gofer denilen, modern insanın bilmediği, gizemli bir cins olan ağacı kullanması söylenir. Friedberg, “Onu burada, Long Island’da pek bulamadık.” diyerek gülüyor. “Ama en çok istediğimiz bu geminin içinde yapıldığı ormandan yapılmasıydı. Bu yüzden çelik bir iskelet, ahşap zemin kullandık ve sonra da köpükten oyulmuş gemi için büyük keresteler yaptık.”
Tasarımlar tamamlandığında Long Island, Oyster Körfezi’ndeki Planting Fields Arboretum Eyalet Parkında inşaat başlamış. Ekip, normalde organizasyon otoparkı olarak kullanılan çimenlik bir alanda gemiyi beş ayda inşa etmiş. Friedberg’ün yüzlerce kişiden oluşan ekibi geminin 50 metresini, ya da üçte birini yaparken geri kalanı post prodüksiyon sırasında görsel efektler ekibi tarafından tamamlanmış. Bu arada Brooklyn’de, bir zamanlar Milli Muhafız Levazım deposu olan, boş Marcy Silah Deposu’nun içinde iç mekan sahneleri için ikinci bir gemi inşa edilmiş.
Yapım sırasında Friedberg, geminin tasarımı üzerinde etkileri büyük olan iki sanatçıyı – New York’tan Metropolitan Sanat Müzesinin çatısında binlerce bambu direğinden oluşan karmaşık bir yapı olan “Big Bambu”nun yaratıcıları olan Starn Kardeşleri daha getirdiği için heyecan duymuş. Aslında Friedberg kendilerini geminin yapı iskelesini yapmak için bambuyla çalışma konusunda uzman tanıdıkları kimse var mı diye aramış.
Friedberg şöyle söylüyor; “Onun yerine onlar gönüllü oldular. Böylece Doug ve Mike Stam geldiler ve göz alıcı, beş katlı bambu yapıyı kendileri inşa ettiler. Filme çok fazla yaratıcı hayat ekledi ve estetik açıdan geminin yekpare özelliğine müthiş bir uyum kattı.”
Geminin içi Yaratılış kitabında yazdığı gibi üç kattan oluşmuş. Friedberg şöyle anlatıyor; “Alt kat, mamutlar, filler, zürafalar ve dev hayvanlar için olan en yüksek Memeli Güvertesi. Sürüngenler ve böcekler yalnızca iki buçuk metre yüksekliğinde olan orta katta bulunuyor. En üst kat ise 3.5 metre yüksekliğinde olan ve ailenin bütün kuşlarla birlikte yaşadığı Kuş Güvertesi var.”
Bir sahnede normalde yapılacağı gibi geminin üç katını da yan yana inşa etmek yerine, Aronofsky görsel dinamizme daha da katkıda bulunmak için özgün bir şekilde üst üste yaptırmış. Friedberg şöyle anlatıyor; “Katları görsel olarak birleştirmemize olanak sağladı. Böylece karakterlerin katlar arasında inip çıktığını izleyebiliyorsunuz”
Daha sonra “Black Swan”daki çalışmasıyla Oscar® adayı olan görüntü yönetmeni Matthew Libatique, üç katlı yapıdan en iyi şekilde yararlanmış. Kamerası sık sık karakterlerle birlikte gemide dolaşmış.
Geminin içini ışıklandırmak da film yapımcıları için başka bir ikilem olmuş. Çünkü yaratılış kitabı büyük araçta sadece tek bir pencereden söz eder. Uzun tartışmalardan sonra karar, geminin merkezinde büyük bir ocak yapmak olmuş. Friedberg şöyle söylüyor; “Ocak, dış dünyaya çıkışın hiç olmadığı 40 gün ve 40 gece boyunca ana ışık kaynağı oluyor. Yani ocak bize ışık veriyor. Karakterlerimizi ısıtıyor ve bizim geminin orta bölümünü kesmemize olanak veriyor ve böylece ölçeği her zaman hissedebiliyoruz.”
Kast ve ekip Mark Friedberg’ün eserini ilk gördüklerinde çok şaşırmışlar. Handel şöyle söylüyor; “Daha önce yüz film yapmış olmaları umurumda değil. geminin ölçeği ve büyüklüğü ve orijinalliği şaşırtıcıydı.”
Aronofsky de şunları ekliyor; “İçerideki detaylar daha da inanılmazdı. Çünkü geminin üç katını inşa etmiştik. Çok uzun zamandır New York’ta inşa edilen en büyük setti çünkü filmler artık böyle şeyler inşa etmiyor. Yani oldukça heyecanlıydı.”
Oyuncular çok şaşırmış ve ayrıca nakledilmiş gibi hissetmişler. “Gemiyi ilk görüşüm gerçek bir deneyim oldu. Mark muhteşem bir iş başardı.” diyor Russell Crowe.
Douglas Booth şöyle ekliyor: “Bizim için muhteşem bir sete sahip olmak inanılmazdı. Darren, ham ve derinden hissedilen olmasını istemiş ve bunu hissedebiliyor, kokusunu alabiliyorduk. Her şey gerçek görünüyordu.”
Gemideki Hayvanlar
Gemi hissedilir biçimde gerçek olsa da gemiye sığınmacı olarak binen hayvanlar dijital büyücülükle replika heykellerin bir karışımı olmuş. Aronofsky şöyle söylüyor; “Canlı hayvanlarla çalışırken ulaşabildiğiniz hayvanlarla sınırlanıyorsunuz ve onlara bakmak inanılmaz bir sorumluluk. Ayrıca geminin modern bir hayvanat bahçesi gibi görünmesini istemedim. Hayvanları dijital olarak yaratmak bütün hayvanlar krallığının muazzam çeşitliliğini göstermek için bize daha büyük bir özgürlük sağladı.”
Hayvanların yapımı, sahneyi sürüngenlerin, memelilerin ve kuşların gerçek hayattakine benzeyen replikalarıyla doldurmasıyla Oscar® adaylığı olan özel efektler makyaj sanatçısı Adrien Morot’’un çalışmasıyla başlamış. Daha sonra bu replikalara bilgisayar efektleriyle hareket ve nefes verilmiş. Mary Parent şöyle söylüyor; “Adrien bu hayvanları yaratırken muhteşem bir iş çıkardı. Her an hayata sıçrayacakmış gibi görünüyorlardı.”
Jennifer Connelly de hayvanları yeni inşa edilmiş gemide gördüğünde etkilenmiş. “O güne kadar gördüğüm bütün Doğal Tarih Müzeleri kadar etkileyiciydi.” diyor.
Bu arada Industrial Light & Magic’den (“Iron Man,” “King Kong”) özel efektler süpervizörü Ben Snow da vahşi hayvan koleksiyonunu yapmak için sanatla bilgisayar gücünü birleştirmek için aylar harcayan bir ekibi yönetmiş. Snow’un ekibi bazılarının artık nesli tükenmiş olan hayvan türlerini sunmak için Aronofsky ile birlikte çalışmış. Snow şöyle söylüyor; “Bütün hayvanları ve tufandan önce var olan bazı eşsiz yaratıkları yapmak gerçekten kaliteyi yükseltmemizi gerektirdi.”
Hayvanlar gemiye geldiğinde uzun yolculuk boyunca güvende olmaları için özel bir bitkiyle uzun bir uykuya gönderiliyorlar. Ari Handel şunları söylüyor; “Bu hayvanların tek bir alanda bulunmasının ortaya çıkaracağı sorunlar çok büyüktür. Ama bunu yıllar içinde birçok kişi düşünmüş ve bazı açıklamalarda aslanlarının kuzuları yemesini önlemek için bu hayvanların bir şekilde uyuşturuldukları uygulaması vardır. Biz bunu daha da ileri götürdük ve böylece gemiye geldiklerinde Yeni bir dünyada tekrar yaşamaya başlayıncaya kadar dinlenmek üzere derin bir uykuya geçtiler.”
Düşmüş Melekler
Snow’un ekibi ayrıca Yaratılış kitabında Kenan ülkesinde yaşadığı söylenen dev Nefilim’e ait Darren’ın yaratıcı vizyonu olan Gözcüleri de dijital olarak yaratmış. Snow şöyle söylüyor; “Gözcülerin tasarımı çok zordu. ILM’den Aaron McBride’dan Los Angeles’dan Aaron Simse kadar sektörün en iyi tasarımcılarından bazıları üzerinde çalıştı. Başlangıçta New Yorklu bir heykeltıraş olan Sam Messer bize nasıl olacaklarına dair gerçek bir temel sunmuştu.”
Aronofsky şöyle ekliyor; “Nefilim, İncil’de benzersiz bir paragrafta sözü edilen düşmüş meleklerdir. Onları Gözcüler olarak yarattık. Frank Langella, Mark Margolis ve Nick Nolte tarafından seslendirildiler ve daha önce hiç görmediğiniz inanılmaz yaratıklar.”
Hayvanlar ve Gözcüler Nuh: Büyük Tufan’ın hayali öğelerini oluştursa da Snow, Aronofsky’nin en önemli vurgusunun izleyiciyi Nuh’un dünyasına sanki bugün, burada hayata gelmiş gibi çekmek olduğunu belirtiyor. Şunları söylüyor; “Bence bu filmin en önemli kararlarından biri de her şeyi mümkün olduğunca gerçekçi çekmekti. O düzeyde bir gerçekçilik olduğunda size daha sonra görsel efektleri tutturabileceğiniz çok güçlü bir temel veriyor. Böylece gösteri de orada olur ama hikayeyi bozmaz. Hepsi her zaman için asıl önemli olan Nuh ve ailesini destekler.”
“Nuh” İzlanda’da
Nuh’un tufan öncesi dünyası için bir mekan bulmak zor olabilir. Ama Darren Aronofsky daha önce İzlanda’daki bir tatilinde bir manzaraya rastlamış. İzlanda, İncil’den bir destan için akla gelecek son yer gibi görünse de onu çeken manzaranın çok yeni olması olmuş. Aronofsky şöyle anlatıyor; “Arabayla dolaşırken burası Nuh: Büyük Tufan” için muhteşem bir manzara diye düşünüyordum. İlk çağlara ait bir duygusu var. Çünkü yerden çıkan sıcaklığı ve buharı görebiliyorsunuz.”
Scott Franklin de bölgeye vurulmuş. “Eski destanlardaki tipik sarı kumları kullanmak istemedik. Farklı bir şey istedik. İzlanda kendisini lavlardan oluşan inanılmaz güzeli, karanlık çorak topraklarla sundu. Ama sonra arabayla yirmi dakika gidince Aden’i temsil edebilecek muhteşem, verimli ve şelalelerle dolu bir yerde olabiliyordunuz. Başka yerleri de inceledik ama hiçbir manzara o kadar verimli değildi.” diyor.
Mark Friedberg, İzlanda’da yıkıcılığa meyletmiş, günahkar bir toplumu hayata geçirmeye yardım etmiş. “Nuh: Büyük Tufan filmimiz, şehirlerin başarısız olduğu, insanların hayatta kalmak için yiyecek aradığı ve günahın insanların birbirine karşı değil de Yaratılış’ın kendisine karşı işlendiği büyük oranda yok edilmiş bir manzarada geçiyor.” diyerek konsepti anlatıyor.
Bu fikir ayrıca, Tuval-Kabin’in, Nuh’un gemiyi inşa etmesini izlediği kaos dolu kampının tasarımına da yön vermiş. Friedberg şöyle açıklıyor; “Tuval-Kabin, dev bir kale inşa eden bir adamı duyar ve sonra ne olduğunu fark eder. Yanındakiler dünyanın her yerinden toplanmaya başlarlar ve sonlarının yaklaşmakta olduğunu onlar da duymuştur. Bu yüzden kampı dağılmış şehirlerin kalıntılarından yapıldı, eski reklam panoları ve afişlerle çadırları yapıldı.”
Aronofsky, İzlanda’nın doğal manzaralarını çekerken görüntü yönetmeni Matthew Libatique ile yakın çalışmış. En geniş manzarayı yakalamak için Spydercam ve CableCam de dahil son teknolojiyi kullanışlar. Ama yine de izleyiciyi daha da yakına çekmek için kişisel, elde taşınan kameraları da kullanmışlar. En yoğun aksiyon sahnelerinden bazılarında yüzlerce asker ve mülteci, hayatlarını kurtarmak için gemiye doğru koşar. Scott Franklin şunları söylüyor; “Geceleyin olan savaş sahneleri çok yoğundu. New York’ta seçtiğimiz figüranlar muhteşemdi. Dublörler de müthiş bir iş çıkardı.”
Yağmur Yağdır
Nuh, tam gemiyi bitirirken gökyüzü kararır, bent kapakları açılır ve yeryüzünün gördüğü en sert yağmurlar 40 gün 40 gece boyunca yere düşmeye başlar. Bu benzersiz sinematik hava şartını yaratmak “The Curious Case of Benjamin Button” ile Oscar® ödülü alan özel efektler süpervizörü Burt Dalton’a düşmüş.
Dalton şöyle söylüyor; yağmurun İncil’deki boyutta olmasını istedik. Darren, daha önce yapılmış olan her şeyden daha büyük olmasını istedi. Bu yüzden biz de bunu başarmak için gereken her şeyi yaptık. Bir yağmur denemesi yapıyorduk ve Darren “yeterince yoğun değil” diyordu. Başka bir yağmur denemesi ve hala daha sert olsun, diyordu. İnsanların görüp konuşmakta zorlanacağı kadar sert olmasını istedi ve biz de bunu başardık.”
Gemi setinin inşa edildiği arboretumun altına büyük bir su borusu sistemi döşemekle başlamış. “Su sağlamak için geminin arkasında iki dev pompamız ve pompalara su sağlayan yaklaşık 3 bin metre küplük beş adet tank vardı. Ana boru için geminin kenarından sahanın etrafını dolaşarak 900 metre boyunca 30 santimlik borular döşedik. Bu yoldan evinize gelen ana su borusundan daha büyük bir su borusudur.” diyor Dalton.
Büyük boru, ayrıca her biri 300 ton ağırlığında olan ve 6 özel yapım “yağmur çubuğunu” taşıyan birkaç büyük vince su sağlıyordu. Yağmur borularının her biri 30 metre uzunluğunda, 15 metre genişliğindeydi ve farklı boylarda başlıkları vardı. “Dalton şöyle anlatıyor; “Her başlığı bir iPad’den kontrol ediyorduk. Çekime göre büyük damlalar, küçük damlalar ya da duman verebiliyorduk. Üç vinç birden çalıştığında dakikada 640 bin metreküp ya da normal bir sahnesinin üç katı kadar yağmur oluyordu. Yoğunluğu rekor kırıyordu diyebilirim.” (Ayrıca su, israf olmasın diye geri dönüştürülüyormuş.)
Bu arada görüntü yönetmeni Libatique, güneşli New York yazının ortasında görüntüleyecek sahneler aramış ve gece çekimine karar vermiş. “Ama gece çekip yapıp, gece yerine nasıl bulutlu hava gibi göstereceksiniz? Matty harika bir fikir buldu.” diyor Dalton. “Zaten inanılmaz oranlarda yağmur yaptığımız için o da helyum balonlarının içine ışıklar koyarak bulutu bir gün gibi yumuşak bir ışık vermeleri fikrini buldu.”
Şiddetli yağmur kısa sürede, yükselerek patlayan yıkıcı bir tufana dönüşmüş ve görsel efektler süpervizörü Ben Snow’un en önemli eser olmuştur. Snow şöyle anlatıyor; “Darren gerçekten orijinal bir şey istemişti. Birçok klasik ve dini tufan resimlerine baktık. O alanda yapılmış bazı çok ilham veren eserler var. Ama bizim amacımız daha önce gördüklerinizi tekrarlamak değildi. Biz tufanın sadece üzerinize gelen bir şelaleden daha fazlası olmasını istedik. Sonuç da çok heyecan verici.”
Nuh’u Giydirmek
Darren Aronofsky, kişisel Nuh vizyonuyla uyum sağlaması için bu yıl “American Hustle” ile Oscar® adaylığı alan, kostüm tasarımcı Michael Wilkinson ile çalışmış. Filmin Eski Ahit dönemi gardırobu için yeni ama atmosfere uygun bir görünüm yaratmışlar. Wilkinson şöyle anlatıyor; “Kostümlerle ilgili çok fazla önemli konuşma oldu. Ama aynı zamanda modern, yüksek teknolojili, dış mekan kıyafetlerine de baktık ve bu etkilerin hepsini bir araya getirdiğinizde sonuçlar benzersiz.”
Wilkinson ve ekibi, filmin zengin dokusal duygusu nedeniyle, doğru kumaşları bulmakta çok zorlanmışlar. “Geleneksel, bitki bazlı lifleri, evde dokunmuş tekstil ürünlerini araştırdık. Ama aynı zamanda yeni kumaşlar yaratmak için de bazı muhteşem tekstil sanatçılarıyla da çalıştık.” diye açıklıyor.
Wilkinson, Nuh için enerjik, uzun saçlı, genç bir babadan, sadeleşmiş siluetiyle, tıraş olmuş başına doğru geçişinde değişen ve önemli bir görevi olan bir adama yakışan bir görünüm istemiş. Daha sonra Nuh, geminin içindeki soğuk ve nemli havadan korunmak için daha ağır kıyafetler giyiyor ve yükü ağırlaştıkça giderek daha dağınık oluyor. Wilkinson şöyle anlatıyor; “O aşamada kostümleri gerçekten oldukça yıpranmıştı, saçları uzamıştı.”
Tuval-Kabin, Nuh’tan farklı olarak deriden detaylı bir kostüm giyiyor, metalik bir zırh ve her zaman ulaşabileceği bir silah taşıyor. Wilkinson şunları söylüyor; “Vahşi, ürkütücü bir savaşçı. Bu yüzden uzun bir pelerini var. Bütün zırhları ve kumaşları Nuh ve ailesine çok yabancı.”
Winstone, her gün makyaj koltuğunda Tuval-Kabin’a savaş yaralarını yapan ve neredeyse yere değen uzun saçlarını veren Adrien Morot ile saatler harcamış. Tuval-Kabin’ın ürkütücü görünümüne uzun saçlarının ucundaki şaşırtıcı, parlak bir sarı da eklenmiş. Wilkinson şöyle açıklıyor; “Ateş için kullandıkları yakıt olan tzohar’ı yansıtan sülfürik bir renk.”
Nuh ve ailesi toprak renkleri giyerken, Wilkinson Naama’nın gardırobuna patlıcan moru dokunuşları ve daha ince dokular ekleyerek 31. ayetteki morlar içindeki erdemli eş tanımını yansıtmış. Şöyle anlatıyor; “Naama için esnek kumaşların üzerine konulan Çin ipeklerini kullandık sonra güzel, organik bir doku vermek için kum yıkaması ve çatlatma yaptık.”
Kostümlerdeki zorluklar asıl kastın ötesine de taşınmış. Wilkinson şöyle anlatıyor; Düşüneceğimiz 400 kadar figüranımız vardı. Hepsinin kostümlerini neredeyse sıfırdan yapmamız gerekti. Bir kısmı New York’ta yapıldı. Bir kısmı Fas’ta yapıldı. Örneğin bizim için birçok ilginç doku ve kumaş birlikte dokunarak 400 çift ayakkabı ve bot yapıldı. Büyük bir olaydı.”
Büyük olay sözcükleri bütün yapımı özetleyebilir ama ayrıca bütün anlamını vurgulayan anlık basit güzellikler de olmuş. Filmdeki ninniye katkıda bulunan şarkıcı/şarkı yazarı Patti Smith İzlanda’da ilham almak için seti ziyaret ettiği sıra dışı bir günü anlatıyor. Bir anda ve şaşırtıcı bir şekilde olmuş.
“Orada kampta duruyordum. Kısa bir süredir yağmur yağıyordu. Sonra güneş çıktı. “gerçek bir gökkuşağı olsa ne güzel olurdu, diye düşündüm.” diyor, Yaratılış kitabında Nuh ile Tanrı arasındaki sözü sembolize ederek ortaya çıkan gökkuşağını düşünerek. “Ben orada dururken bir anda bir gökkuşağı belirdi. Sonra birinin omzuma dokunduğunu hissettim. Arkama döndüm ve Russell Crowe’du. Etkileyici bir film olacağına dair güzel bir işaret olduğunu düşündüm.”
KAST HAKKINDA
RUSSELL CROWE (Nuh) günümüzün en iyi oyuncularından biri olarak görülen Oscar® ödüllü bir oyuncudur. Crowe’un çok sayıdaki ödülleri arasında üst üste üç kez aldığı 1999 dram filmi “The Insider” ile En İyi Oyuncu Oscar® adaylığı, 2000’de “Gladiator” ile En İyi Film Oscar® ödülü ve 2001’de “A Beautiful Mind” ile en iyi film ödülleri bulunmaktadır.
Oscar® ödüllerine ek olarak Crowe’un, Ridley Scott’ın “Gladiator” filmindeki Romalı generalken gladyatör olan Maximus rolündeki performansı, kendisine çeşitli eleştirmen organizasyonlarından En İyi Oyuncu ödülünü kazandırmıştır. Aralarında Broadcast Film Critics and London Film Critics Circle da bulunmaktadır. Ayrıca Altın Küre, Bafta ve Sinema Oyuncuları birliği adaylıkları vardır.
Crowe’un, Nobel ödüllü John Forbes Nash Jr. Ustalıkla canlandırdığı Ron Howard’ın “A Beautiful Mind” filmi kendisine üçüncü Oscar® adaylığını ve üç kez üst üste Televizyon Filmi Eleştirmenleri Birliğinin Eleştirmenlerin Tercihi ödülünü getirmiştir. Ayrıca Altın Küre, BAFTA ve SAG® ödülleriyle birkaç eleştirmenler grubunun En İyi Oyuncu ödüllerini almıştır. 2005’de Howard’la tekrar bir araya gelen Crowe, “Cinderella Man”deki Jim Braddock karakteriyle Altın Küre ve SAG adaylıkları ile Avustralya Film Enstitüsü ödülünü almıştır.
Crowe, son dönemde Zack Snyder’ın “Man of Steel” filminde Süpermen’in babası Jor-El rolünde, Tom Hooper’ın övgüler alan beyaz perde uyarlamasıyla sevilen müzikal “Les Miserables”da Javert rolünde, Allen Hughes’un “Broken City” filminde Belediye Başkanı Hostetler rolünde oynamıştır. Ayrıca halen hem ilk yönetmenlik denemesi olan hem de rol aldığı “The Water Diviner”ın yapımını gerçekleştirmektedir.
Yeni Zellanda’da doğan Crowe, ilk kez beyaz perdedeki çalışmasıyla ödül aldığı ve uluslararası ilgi görmeye başladığı Avustralya’da büyümüştür. 1990’da “The Crossing” ile En İyi Oyuncu dalında adaylığından itibaren üç yıl üst üste AFI tarafından kabul edilmiştir. 1991’de “Proof” ile AFI’nin En İyi Yardımcı Oyuncu ödülünü almıştır. Ertesi yıl, “Romper Stomper”daki performansıyla AFI’n ve Avustralya Sinema Eleştirmenlerinin En İyi Oyuncu ödülünü almıştır. Ayrıca 1993 Seattle International Film Festivali’nde “Romper Stomper” ve “Hammers Over the Anvil”deki çalışmalarıyla En İyi Oyuncu seçilmiştir.
Crowe, 1995’de Sam Raimi’nin Kovboy filmi “The Quick and the Dead” filmiyle Amerikan sinemasında ilk kez yer almıştır. Daha sonra Curtis Hanson’ın suç filmi “L.A Confidential” ile övgüler almıştır. İlk film çalışmaları arasında ayrıca “Mystery, Alaska,” “Heaven’s Burning,” “Virtuosity,” “The Sum of Us,” “For the Moment,” “Love in Limbo,” “The Silver Brumby,” “The Efficiency Expert” ve “Prisoners of the Sun” yer alır.
Başladığından bu yana Ridley Scott’ın yönettiği projeler olan “A Good Year,” “American Gangster,” “Body of Lies” ve “Robin Hood”un da bulunduğu çeşitli filmlerde rol almıştır. Diğer çalışmaları arasında Altın Küre adaylığı aldığı Peter Weir’ın “Master and Commander: The Far Side of the World”; Taylor Hackford’ın “Proof of Life”; Chirstian bale ile birlikte oynadığı “3:10 to Yuma”; Ben Affleck’le birlikte rol aldığı Kevin Macdonald’ın “State of Play”; Paul Haggis’in “The Next Three Days” ve RZA’in “The Man with the Iron Fists” bulunmaktadır.
Oscar® ödüllü JENNIFER CONNELLY (Naama) katıldığı her yeni projeyle çok yönlü bir oyuncu olduğunu kanıtlamaya devam etmektedir.
Jennifer, Şubat ayında Berlinale Uluslararası Film Festivali’nde ilk gösterimi yapılan Claudia Llosa’nın yeni filmi “Aloft”da rol almıştır. Film, Sonu Classic Pictures tarafından vizyona girecektir.
Connelly, son dönemde Paul Bettany’nin yazıp yönettiği “Shelter” filmini tamamlamıştır. Film, uyuşturucu bağımlısı olan ve ardından evsiz kalan zengin bir kadını konu almaktadır. Filmde Anthony Mackie de rol almıştır.
Connelly’in ilk filmi 1984’de Sergio Leone’nin “Once Upon A Time in America” olsa da ilk büyük çıkışı 1986’da “Labyrinth” filminde, David Bowie’nin karşısında rol aldığı Sarah rolüyle gelmiştir. 2000 yılında Darren Aronofsky’nin övgüler alan “Requiem for a Dream” filmindeki övülen, akıllardan çıkmayan uyuşturucu bağımlısı portresiyle Independent Spirit adaylığı almıştır. Russell Crowe’la birlikte rol aldığı Ron Howard’ın “A Beautiful Mind” (2001) filmindeki rolüyle Altın Küre, BAFTA, AFI, Broadcast Critics ve Oscar® ödülleri almıştır.
Connelly’nin diğer film çalışmaları arasında Dario Argento’nun “Phenomena” (1985); Don Johnson ve Virginia Madsen’la rol aldığı Dennis Hopper’ın “The Hot Spot” (1990), Billy Campbell, Alan Arkin ve Timothy Dalton ile rol aldığı Joe Johnston’ın “The Rocketeer” (1991); Omar Epps ve Kristy Swanson ile birlikte rol aldığı John Singleton’ın “Higher Learning” (1995), Nick Nolte ve Melanie Griffith ile birlikte oynadığı Lee Tamahori’nin “Mulholland Falls” (1996); Rufus Sewell, William Hurt ve Kiefer Sutherland’la oynadığı Alex Proyas’ın “Dark City” (1998); Billy Crudup ile birlikte oynadığı Keith Cordon’ın “Waking the Dead” (2000); Ed Harris, Marcia Gay Harden ve Tom Bower’la oynadığı Ed Harris’in “Pollock” (2000); Eric bana ile oynadığı Ang Lee’nin “Hulk” (2003); Ben Kingsley ile birlikte rol aldığı Vadim Perelman’ın “House of Sand and Fog” (2003); John C. Reilly ile oynadığı Walter Salles’in “Dark Water” (2005); Kate Winslet ve Patrick Wilson’la rol aldığı Todd Field’ın “Little Children” (2006); Leonardo DiCaprio ve Djimon Hounsou’yla rol aldığı Edward Zwick’in “Blood Diamond”; Joaquin Phoenix ve Elle Fanning’le oynadığı Terry George’un “Reservation Road” (2007); Keanu Reeves’le birlikte oynadığı Scott Derrickson’ın “The Day the Earth Stood Still” (2008); Jennifer Aniston, Morgan Lily, Scarlett Johansson, Bradley Cooper, Ben Affleck ve Justin Long’la birlikte oynadığı Ken Kwapis’in “He’s Just Not That Into You” (2009); Paul Bettany’yle oynadığı Jon Amiel’ın “Creation” (2009); Ed Harris, Carrie Preston ve Harrison Gilbertson’la rol aldığı Dustin Lance Black’in “Virginia” (2010); Vince Vaughn, Kevin James ve Winona Ryder’la Ron Howard’ın “The Dilemma” (2011) Greg Kinnear ve Akiva Goldsman’la “Stuck in Love” ve “Winter’s Tale” bulunur.
İngiliz aktör RAY WINSTONE (Tuval-Kabin) Pierre Morel’ın yönettiği, Jean Patrick Manchette romanından uyarlanan gelecek aksiyon gerilim filmi “The Gunman”de rol alacaktır. Filmde ayrıca Sean Penn, Javier Bardem, Idris Elba ve Mark Rylance da oynamaktadır.
Ray Winstone, Londra’nın doğusunda Hackney’de doğmuştur. 12 yaşında boksa başlamış ve üç kez London Schoolboy şampiyonu olmuş, iki kez İngiltere adına dövüşmüştür. Corona School’da oyunculuk eğitimi aldıktan sonra yönetmen Alan Clarke tarafından “Scum”da Carlin (baba) rolüne seçilmiştir. Bu BBC Play yapımı Winstone’un ismini duyurmuş ve o zamandan bu yana çeşitli televizyon dizilerinde ve filmlerinde rol almıştır. Franc Roddam’ın “Quadrophenia” filminde başrol oynadıktan ve Ken Loach’ın “Ladybird, Ladybird” filminde oynadıktan sonra Gary Oldman, Winstone’a cesur biyografi filmi “Nil by Mouth”daki başrolünü vermiştir. Bu rolle En İyi Oyuncu dalında British Independent Film ödülü ve BAFTA ödülü adaylıkları almıştır. Büyüleyici performansı gangster filmi “Face”deki Dave rolü ile Tim Roth’un rahatsız edici dramı “The War Zone”daki baba rolü gibi zorlu rollerinde başarıya götürmüştür. Ayrıca Ben Kingsley’le birlikte rol aldığı “Sex Beast” ile kariyerinin en iyi performanslarından birini oynamadan önce komedi “The Mammy” ile “Fanny & Elvis”de de rol almıştır.
Televizyon çalışmaları arasında “Henry VIII” (daha sonra Uluslararası Emmy ödüllerinde En İyi Mini Dizi/TV Filmi ödülünü kazanmıştır), ikisi de Size 9 Productions adlı şirketi için yapılan televizyon filmi olan “Sweeney Todd” ve “Compulsion” ile Ray’in keşfedildiği rolü ile “Vincent” bulunur. Ray’in son televizyon çalışması BBC’nin “Great Expectations” filmindeki Magwitch rolüdür.
Diğer film çalışmaları arasında “Cold Mountain”, “King Arthur”, “The Proposition”, Martin Scorcese’nin yönettiği Oscar® ödüllü “The Departed”, Anthony Minghella’nın “Breaking and Entering”, Robert Zemeckis film “Beowulf”daki başrolü ve Steven Spielberg’ün “Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull” filmleri bulunur. Son projeleri arasında yönetmen Malcolm Venville için “44 Inch Chest”, her ikisi de GK Films için olan “London Boulevard” ve “Edge of Darkness”, Charlize Theron ile rol aldığı yeni vizyona giren “Snow White and The Hunstman” ve Vertigo Films için “The Sweeney” bulunur.
Ray, Aralık 2007’de İngiliz bağımsız Film Ödüllerinde, olağanüstü katkılarından dolayı Richard Haris ödülünü almıştır.
EMMA WATSON (Ila) etkileyici oyunculuk çalışmalarını genişletmeye, “Harry Potter” dizisini tamamladıktan sonra beyaz perdedeki rolleriyle oyuncu olarak çok yönlülüğünü göstermeye devam etmektedir.
Emma, 2011’de Simon Curtis’in “My Week With Marilyn” filminde Oscar® adayı yıldızlarla dolu bir kastta yer almıştır. Marilyn Monroe rolünde Michelle Williams ve Sör Laurence Olivier rolünde Kenneth Branagh ile ayrıca Eddie Redmayne, Dame Judi Dench, Dougray Scott, Zoe Wanamaker, Toby Jones ve Dominic Cooper’la birlikte yer almıştır. Marilyn Monroe’nun bir haftasını anlatan filmde Emma, Colin Clark (Redmayne)’ın kostüm asistanı olan Lucy karakterini canlandıran bir yardımcı oyuncu olmuştur. Film, The Weinstein Company tarafından vizyona girmiş ve En İyi Komedi Müzikal dalında Altın Küre adaylığı almıştır.
Emma, geçen yıl Logan Lerman ve Ezra Miller ile birlikte Stephen Chbosky’nin yetişkin olma romanı “The Perks of being a Wallflower” uyarlamasında rol almıştır. Bu bağımsız film, iki son sınıf öğrencisinin (Watson ve Miller) kanatları altına aldığı ve gerçek dünyayla tanıştırdığı içine dönük birinci sınıf öğrencisi Charlie’yi (Lerman) konu alır. Film, ilk kez 2012 Toronto Film Festivalinde gösterilmiş ve övgüler almıştır. En Sevilen Dram Filmi dalında People’s Choice ödülünü kazanan filmde, Emma da En Sevilen Dram Filmi Kadın Oyuncusu dalındaki People’s Choice ödülünü almıştır. Emma, bu rolle San Diego Film Eleştirmenleri Topluluğu ödüllerinde En İyi Yardımcı Kadın oyuncu dalındaki ikinci ödülünü almıştır. Film de ayrıca En İyi Topluluk performansı ödülünü almıştır.
Emma, geçen yaz Sofia Coppola’nın “The Bling Ring” filminde de oynamıştır. Gerçek olaylardan ilham alan filmde moda ve şöhret tutkunu bir grup gencin Los Angeles’taki ünlülerin evlerini soymasını konu alır. Emma ayrıca Seth Rogen’ın kıyamet komedisi “This is the End”de de konuk oyuncu olarak yer almıştır. Film, James Franco’nun evindeki parti sırasında kıyamet koptuğunda Hollywood’un en sevilen ünlülerinden bazılarına ne olduğunu konu alır.
Watson, inanılmaz başarılı olan sekiz “Harry Potter” filmindeki simgesel Hermione Granger karakteriyle tanınmaktadır. Serinin ilk filmi olan “Harry Potter and the Sorcerer’s Stone”daki performansı kendisine En İyi Genç Başrol Oyuncusu dalında Young Artist ödülünü kazandırmıştır. Watson ayrıca Harry Potter and the Prisoner of Azkaban” ve “Harry Potter and the Goblet of Fire”daki performanslarıyla Broadcast Film Critics Association’dan iki adet Eleştirmenlerin Tercihi ödülü kazanmıştır. Yedinci ve sekizinci filmlerin tamamlanmasından sonra Watson 2011’de Nickelodeon Kids’ Choice ödülü adaylıkları ile En İyi Kadın Oyuncu dalında Jameson Empire ödülü adaylıkları kazanmıştır. Harry Potter serisi, Şubat 2011’de Sinemaya Olağanüstü İngiliz Katkısından dolayı BAFTA ödülü almıştır.
Watson’ın diğer çalışmaları arasında Noel’in ertesi günü BBC’de yayınlanan ve 5.2 milyon kişinin izlediği Noel Streatfield’ın klasiği “Balet Shoes”daki Pauline Fosil başrolü yer almaktadır. Watson, ilk animasyon filminde tüm dünyada 86.2 milyon dolar hasılat yapan “The Tale of Despereaux” filminde Prenses Pea’yı seslendirmiştir.
Watson, 2012’de ELLE Women’ın Hollywood ödüllerinde Calvin Klein yükselen yıldız ödülünü almıştır. Nisan ayında MTV Film ödüllerinde Trailblazer ödülünü almış, Eylül’de GQ Yılın Kadını ödülünü almıştır.
Emma, oyunculuk kariyerine ek olarak Fair Trade ve organik kıyafet üreticisi People Tree ile birlikte çalışmış, organik Pure Threads koleksiyonunda Alberta Ferretti ile işbirliği yapmıştır. Emma, Afrika’nın ücra yerlerindeki kızların eğitme hareketi olan Camfeld International’ın elçisidir.
SÖR ANTHONY HOPKINS (Metuşelah) Galli bir sinema, sahne ve televizyon oyuncusudur. Royal Welsh College of Music & Drama’dan 1957’de mezun olduktan sonra Londra’da Royal Academy of Dramatic Art’da eğitim almıştır. Ardından kensinisi Royal National Theatre’a davet eden Laurence Olivier tarafından fark edilmiştir. 1968’de 1. Richard’ı canlandırdığı “The Lion in Winter” filmiyle çıkış yapmıştır.
Halen yaşayan en büyük oyunculardan biri olan Hopkins, En İyi Oyuncu dalında Oscar® aldığı “The Silence of the Lambs” (1991)deki Hannibal Lector karakteriyle ünlenmiştir. Devam filmi olan “Hannibal” ve başlangıç filmi olan “Red Dragon”da da rol almıştır. “The Remains of the Day” (1993) ve “Nixon” (1995) filmleriyle de aynı kategoride aday gösterilmiştir. “Amistad” (1998) filmiyle de En İyi Yardımcı Oyuncu adayı olmuştur. Ayrıca BAFTA tarafından “The Remains of The Day” filmi ile En İyi Oyuncu ödülünü almıştır. Dikkat çeken diğer filmleri arasında; “The Mask of Zorro,” “The Bounty,” “Meet Joe Black,” “The Elephant Man,” “Magic,” “84 Charing Cross Road,” “Bram Stoker’s Dracula,” “Legends of the Fall,” “The World’s Fastest Indian,” “Instinct,” “The Rite,” “Hitchcock” ve “Fracture” bulunur. Son olarak aynı adlı Marvel çizgi roman karakterinden uyarlanan gişe rekortmeni filmler olan “Thor” ve “Thor: The Dark World”de rol almıştır.
Hopkins, Oscar® ödülünün yanı sıra üç BAFTA ödülü, iki Emmy ödülü ve Cecil B. DeMille ödülünü kazanmıştır. 1993’de Kraliçe 2. Elizabeth tarafından sanata olan hizmetlerinden dolayı şövalyelik unvanı verilmiştir. 2003’de Hollywood Şöhret Bulvarında bir yıldıza sahip olmuş ve 2008’de İngiliz Sinema ve Televizyon Sanatlarının üyeri olmuştur.
Hopkins, halen karısı Stella ile birlikte Los Angeles’da yaşamaktadır. Aynı zamanda besteci ve ressamdır.
LOGAN LERMAN (Hem) Logan Lerman, eğlence dünyasında etkileyici eserler vererek büyümüştür. Zorlu rolleri korkusuzca kovalar, her yeni projeyle gelişir ve hem bağımsız hem de ana akım filmlerde hızla Hollywood’un en çok aranan genç oyunculardan biri olmaktadır.
Lerman, son olarak merakla beklenen, ismi henüz belirlenmemiş olan, 2. dünya savaşı dramını tamamlamıştır. Film, David Ayer tarafından yazılıp yönetilmiştir. Film, 1945’te Nazi Almanyasının yıkılışında bir Amerikan tankının beş kişilik mürettebatını konu alır. Lerman; Brad Pitt, Shia LaBeouf, Jon Bernthal ve Michael Pena ile birlikte rol alacaktır. Film ABD’de Sony Pictures tarafından 14 Kasım 2014’de vizyona girecektir.
2012’de Lerman, yetişkinliğe geçişi konu alan bağımsız film “The Perks of Being a Walflower”da Emma Watson, Paul Rudd ve Ezra Miller ile birlikte rol almıştır. Aşk, dostluk ve kalp kırıklığıyla mücadele eden, 15 yaşında, utangaç bir çocuğu canlandırdığı “Charlie” ile övgüler almıştır ve Televizyon Filmleri Eleştirmenleri ödülüne aday gösterilmiştir. John Malkovich ve Mr Mudd’daki ekibinin yaptığı film sınırlı sayıda kopya ile vizyona girmiş ve hem eleştirel hem de ticari açıdan büyük bir başarı elde etmiştir. 20 haftadan fazla vizyonda kalan “Perkes” ilk hafta sonunda ekran başına 80 bin dolar ile büyük bir açılış yapmıştır. Daha sonra çeşitli adaylıklar almış, People’s Choice ödülü ile Independent Spirit ödüllerini almıştır. Lerman ve rol arkadaşları Watson ve Miller da filmdeki performanslarıyla toplamda dört MTV Sinema ödülüne aday gösterilmiştir.
Lerman, film kariyerine Roland Emmerich’in savaş dramı “The Patriot”da en küçük oğul rolünde, Mel Bigson’ın karşısında rol alarak başlamıştır. Aynı yıl, Nancy Meyer’in romantik komedisi “What Women Want”da Gibson’ın yetişkin karakterinin gençliğini canlandırmıştır. Diğer film çalışmaları arasında “Percy Jackson: Sea of Monsters”; “Stuck In Love”; “The Three Musketeers; ” Chris Columbus’un “Percy Jackson & the Olympians: The Lightning Thief”; “The Butterfly Effect; “Hoot;” Joel Schumacher’ın “The Number 23; ” Penny Marshall’ın “Riding in Cars with Boys”; James Mangold’ın övgüler alan yeniden yapım olan “3:10 to Yuma”; “Meet Bill”; Richard Loncraine’in “My One and Only” ve Mark Neveldine ile Brian Taylor’ın “Gamer” filmleri bulunur.
Leman, televizyonda WB’un drama dizisi “Jack and Bobby” ile, Bobby Mc Callister’ı canlandırarak ünlenmiştir. Dizi, iki erkek kardeşin hayatını, birlikte liseye gitmelerini, genel olarak olgunlaşmalarını ve birinin ABD başkanı olmasını anlatır. Lerman daha önce televizyon için yapılan “A Painted House”da rol almış ve ilk üç Genç Oyuncu ödülünü almıştır.
Logan Lerman, California, Los Angeles’ta büyümüş, oyuncu olarak profesyonel kariyerine beş yaşındayken başlamıştır.
DOUGLAS BOOTH (Şem) 1992’de Londra’da doğmuştur. Erken yaştan oyunculuğa ilgi duymuş, trompet çalmış, okul oyunlarında ve yerel bir gençlik tiyatrosunda roller almıştır. 13 yaşındayken, Julian Fellowes’un “From Time to Time” filmi için seçilmeden önce National Youth Theatre and Junior Guildhall (Guildhall School of Music and Drama)’e seçilmiştir. Ardından, Ridley Scott’ın “The Pillars of the Earth” filminde rol almıştır.
Booth, Boy George’un anlatıldığı, BBC’nin biyografi filmi “Worried about the Boy” ile uluslararası övgüler almıştır. Ardından Christopher and His Kind’da Matt Smith ve Imogen Poots’la birlikte rol almıştır. Booth, BBC’nin “Great Expectations” uyarlamasında Pip rolünü canlandırmıştır. 2011 Noelinde yayınlanan filmde Gillian Anderson, Ray Winstone ve David Suchet de rol almıştır. Booth geçtiğimiz yaz, Demi Moore ve Miley Cyrus ile birlikte “LOL” filminde baş aktör olarak yer almıştır.
Booth, son dönemde Carlo Carlei’nin “Romeo and Juliet”inde rol almıştır. William Shakespeare’in ünlü oyunundan Oscar® ödüllü Julian Fellowes tarafından uyarlanmıştır. Booth Juliet rolündeki Haile Steinfeld’in karşısında Romeo’yu canlandırmıştır.
Wachowski’ler tarafından yapılan ve yönetilen aksiyon/bilim kurgu filmi “Jupiter Ascending”i tamamlamıştır. Filmde Mila Kunis ve Channing Tatum, Sean Bean ve Eddie Redmayne ile birlikte rol almıştır.
Douglas son olarak, Lone Scherfig’in (“An Education,” “One Day”) yönettiği “Posh”u tamamlamıştır. Laura Wade’in 2010 yılı oyununa dayanan filmde Oxford Üniversitesindeki iki birinci sınıf öğrencinin “The Riot Club”a katılmasını konu alır. Kulüp, Oxford Üniversitesinde bulunan, Başbakan David Cameron, Londra Valisi Boris Johnson ve Bakan George Osborne gibi önemli İngiliz figürlerinin de yer aldığı seçkin bir topluluğun hayali versiyonudur. Oyunun tamamı bir akşamda geçer ve kulübün on üyesi düzenli yemeklerini yemektedirler. Kulübün başkanı makamından ayrılmayı düşününce diğer çocuklar makam için yarışarak trajik sonuçlara neden olurlar. Ünlülerle dolu kastta Sam Clafin, Max Irons ve Freddie Fox yer almıştır. “Posh”un Eylül’de vizyona girmesi planlanmıştır.
Douglas, 2013’te Old Vic’in 24 Saatlik Oyunlar organizasyonunun kadrosunda yer alarak ilk profesyonel sahne çıkışını yapmıştır. Young Vic Tiyatrosunda Catherine Tate, Nathan Stewart ve Tom Ellis gibi birçok oyuncuya katılarak bir günde çeşitli oyunlar yaratmış ve sahnelemiştir.
FİLM YAPIMCILARI HAKKINDA
Oscar® adayı DARREN ARONOFSKY (Yönetmen) New York, Brooklyn’de doğup büyümüştür. Son filmi “Black Swan” Natalie Portman’a En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar® kazandırmış ve En iyi film de dahil dört adaylık daha almıştır. Film, başka ödüller de almış, 200’den fazla önemli En İyi On listesinden yer almış ve EN İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Görüntü Yönetmeni dalında çok sayıda 2011 Independent Spirit ödülünü toplamıştır Film ayrıca tüm dünyada 323 milyon doların üzerinde hasılat yaparak bir gişe rekortmeni olmuştur.
Aronofsky, “Black Swan”den önce “The Wrestler”ı yönetmiştir. Film, Venedik Film Festivali’nde ilk kez gösterilmiş ve saygın Golden Lion ödülünü alarak tarihinde bu büyük ödülü alan üçüncü Amerikan filmi olmuştur. Ertesi gün, Toronto Film festivalindeki gala gösteriminden saatler sonra Fox Searchlight satın alınmıştır. “The Wrestler” en iyi film dalında Independent Spirit ödülünü kazanmış, hem Mickey Rourke’a hem de Marisa Tomei’ye Oscar® adaylıkları getirmiştir. Simgesel performansından dolayı Rourke’a ve orijinal film müziği “The Wretsler”dan dolayı Bruce Springsteen’e Altın Küre ödülleri verilmiştir.
Aronofsky ayrıca Hugh Jackman ve Rachel Weisz’ın rol aldığı romantik bilim kurgu “The Fountain”ı da yazmış ve yönetmiştir. MTV’den Kurt Loder film için “bir klasik, şaşırtıcı ve görsel olarak baş döndürücü” demiştir. Premiere’den Glenn Kenny de “The Fountain, bir filmin sizi sıradandan alıp şaşırtıcı bir yere götürebileceği fikrine olan inancınızı yeniden geri getirebilir” demiştir.
Aronofsky, “Requiem for a Dream” filminin ilk gösterimini 2000 yılında Cannes Film festivalinde gerçekleştirmiştir. Film, New York Times, Rolling Stone, Entertainment Weekly ve The American Film Institute de dahil olmak üzere 150’den fazla En İyi On listesinden yer almıştır. Ödüller, En İyi yönetmen de dahil olmak üzere beş adet Independent Spirit adaylığı ile devam etmiştir. Ellen Burstyn en iyi kadın oyuncu ödülünü almıştır. Burstyn ayrıca unutulmaz performansı ile Altın Küre ve Oscar® adaylıklarını da almıştır.
Aronofsky’nin ilk sinema filmi “?”, 1998 Sundance Film Festivalinde Yönetmen ödülünü ve En İyi Senaryo dalında Independent Spirit ödülünü kazanmıştır.
American Film Institute, Aronofsky’ye prestijli Franklin J. Schaffner madalyası vermiş, Stockholm Film Festivali Golden Horse Vizyoner ödülünü vermiştir. Ayrıca üç Independent Spirit ödülü kazanmıştır.
SCOTT FRANKLIN (Yapımcı) New York’ta doğup büyümüş ve New York film yapımı toplumunda kendine saygı duyulan, tecrübeli bir yapımcı olarak yer edinmiş. Black Swan’daki çalışmasıyla Oscar® adayı olmuştur ve iki kez en iyi film dalında Independent Spirit ödülünü almıştır.
Franklin, Darren Aronofsky’nin övgüler alan, Natalie Portman, Vincent Cassel, Mila Kunis, Barbara Hershey ve Winona Ryder’In rol aldığı, gişe rekortmeni “Black Swan filmini yapmıştır. 2010 Venedik film festivalindeki açılışından sonra EN iyi film dalında Altın Küre almış ve Oscar® ’a aday gösterilmiştir. Natalie Portman filmdeki rolüyle en iyi kadın oyuncu dalında Oscar® ve Altın Küre ödülleri almıştır.
Franklin, daha önce Mickey Rourke, Marisa Tomei ve Evan Rachel Wood’un rol aldığı, Aronofsky’nin ünlü “The Wrestler” filmini yapmıştır. 2008 Venedik Film Festivalinde Golden Lion ödülünü alan “The Wrestler” ayrıca 2009 Independent Spirit ödüllerinde de en iyi filmde de dahil olmak üzere çeşitli ödüller almıştır. Rourke ve Tomei, performanslarıyla Oscar® adaylıkları almış. Ayrıca Rourke en iyi şarkı (“The Wrestler”) dalında Bruce Springsteen ile birlikte Altın Küre ödülü almıştır.
Franklin, Madonna’nın yönettiği, 2011 Venedik film festivalinde ilk kez gösterilen “W.E.”nin de sorumlu yapımcılığını gerçekleştirmiştir. Julie Deply’nin yönettiği, Deply ve Chris Rock’ın rol aldığı gelecek olan “2 Days in New York” filmini de yapmıştır. Franklin’in Dakota Fanning, Robin Wright-Penn ve David Morse’un rol aldığı “Hounddog” filmi 2007’de Sundance film festivalinde ilk kez gösterilmiş ve Büyük Jüri ödülü için finale kalmıştır.
Franklin daha önce Aronofsky’nin 1999’da Cannes Film Festivalinde ilk kez gösterile ve 2000 yılının 150’den fazla En İyi On listesinde yer alan “Requiem For a Dream” filminin de ortak yapımcısıdır. Film çok sayıda uluslararası ödül, beş adat Independent Spirit adaylığı almıştır. Filmin yıldızı Ellen Burstyn, en iyi kadın oyuncu dalında Altın Küre ve Oscar® adaylıkları almıştır.
Franklin, Aronofsky’nin ilk filmi olan ve ilk kez 1998 Sundance film festivalinde gösterilen ve en iyi yönetmen ödülünü kazana “?,” filminde de ortak yapımcı olarak görev yapmıştır. Övgüler alan film daha sonra en iyi senaryo dalında Independent Spirit ödülü ile Open Palm Gotham ödülü de dahil olmak üzere çeşitli uluslararası ödüller kazanmıştır.
MARY PARENT (Yapımcı) Nisan 2011’den bu yana Paramount’ın içinde yer alan Disruption Entertainment’ın CEO’sudur.
İki yıldan kısa bir süre önce Disruption Entertainment’ı kurduğundan beri çeşitli ve ticari filmler yapmıştır. Bu filmler arasında Guillermo del Toro’nun yönettiği, 2013 yazında vizyona giren bilim kurgu macera “Pacific Rim,” Steve Kloves (“Wonder Boys,” “Harry Potter” film serisi, “The Amazing Spider-Man”) tarafından yazılan ve yönetilen çok satan romanın uyarlaması “Defending Jacob”, Gareth Edwards’ın yönettiği, 14 Mayıs 2014’de vizyona girecek klasik canavar filmi Godzilla’nın yeni 3D versiyonu ve “SpongeBob SquarePants” devam filmi bulunmaktadır.
Parent, 2008 Mart’ında MGM ve United Artist’in Yapım, Dağıtım ve Pazarlama’dan sorumlu Sinema Filmi Grubu CEO’su ve Yönetim Kurulu Başkanı olmuştur. MGM’in daha önce hareketsiz olan film geliştirme ve yapım operasyonunu yeniden inşa etmek için getirilen Parent, yeni yöneticilerden oluşan üst düzey bir ekip oluşturmuş ve kısa sürede MGM’in yıllardır ilk gerçek film listesini bir araya getirmiştir. Listede yeni bir James Bond filmi, “The Hobbit,” “Robocop”un yeni yapımı, “The Cabin in the Woods,” “Hot Tub Time Machine,” “Zookeeper” ve “Red Dawn” bulunmaktadır. Gelişinden sadece 6 ay kadar sonra mali kriz MGM’i vurmuş ve film yapımı ve dağıtımında ileri gitmesini önlemiştir.
Parent, MGM’de yönetime geçmeden önce Stuber/Parent’in kurucu ortaklığını yapmıştır. Şirket, ilk beş filmini yapmış ve sadece iki yıl içinde 550 milyon doların üzerinde gişe hasılatı yapmıştır. Stuber/Parent’tan önce Universal Pictures’ın Dünya Çapındaki Prodüksiyonu Başkan Yardımcısı olarak Universal’in yıllık film planlama, geliştirme ve yapımlarını denetlemiştir. Birçok gişe rekortmeni filmin dünya çapındaki başarısının parçası olmuştur. Bu filmler arasında “King Kong,” “The 40-Year-Old Virgin,” “Meet The Parents,” “Meet the Fockers,” “Bourne Identity,” “Bourne Supremacy,” “Fast and Furious,” “Along Came Polly,” “Seabiscuit,” “American Wedding,” “The Hulk,” “8 Mile,” “Red Dragon,” “Jurassic Park III,” “Bridget Jones’s Diary,” “Hannibal,” “Dr. Seuss’ How the Grinch Stole Christmas” ve FreamWorks’le ortak yapım olan, Oscar® ödüllü “Gladiator” yer almaktadır.
2003’de Universal’in Dünya Çapında Yapımlar Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ilan edilmeden önce 2000’den itibaren Prodüksiyon başkanı olarak hizmet vermiştir. Parent, Universal’e 1997’de Prodüksiyon Başkan Yardımcısı olarak katılmıştır. Universal’e 1994’den beri çalıştığı ve son olarak Prodüksiyon Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı New Line Cinema’dan gelmiştir. Ondan önce New Line’da Yaratıcı Yönetici ve Geliştirme Direktörü olarak çalışmış ve “Pleasantville” ile “Set It Off” filmlerinden sorumlu olmuş ve sorumlu yapımcılığını yürütmüştür. Kariyerine ICM’de stajyer menajer olarak başlamıştır.
ARI HANDEL (Ortak Yazar / SorumluYapımcı) 2000 yılında New York Üniversitesinde Nöral Bilim dalında doktorasını yapmıştır. Araştırması Journal of Neuroscience’da üç yayınla yer almış ve doktora tezini; “Uyanık Davranışlı Primatlardaki Spazmodik Göz Hareketleri Modelinde Substantia Nigra Pars Reticulata’nın Rolü” oluşturmuştur.
Bir gün Handel ve Harvard’dan oda arkadaşı Darren Aronofsky, East Village’da bilim kurgudan söz ederek dolaşıyorlarmış ve istemeden “The Fountain”ın fikrini keşfetmişler. O günden beri sinema sektöründe çalışmaktadır.
Handel, 2003’den bu yana Protozoa Pictures’ın başkanıdır. The Fountain için hikayenin ortak yazarı ve filmin ortak yapımcısıdır. Ayrıca The Wrestler’ın ortak yapımcısı ve Black Swan’ın sorumlu yapımcısıdır.
Handel, “The Fountain”ın ve “Noe” çizgi romanlarının ortak yazarıdır. Sinema çalışmalarına ek olarak the Peabody and Macarthur ödüllü kar amacı gütmeyen organizasyon olan, hikaye anlatımı sanatına adanmış The Moth’un yönetim kurulu başkanıdır. 2004 Moth hikayesi “Don’t Fall in Love with your Monkey” izleyicilerin favorisidir.
Ari, İsviçre Zürih’te doğmuş, Massachussets, West Newton’da büyümüştür. Halen karısı ve iki çocuğuyla birlikte New York, Brooklyn’de yaşamaktadır.
Oscar® adayı MATTHEW LIBATIQUE, ASC (Görüntü yönetmeni) son yirmi yılda benzersiz bir kariyer çizmiştir. Müzik klibi görüntü yönetmeni amacıyla başlamıştır. Çünkü elektronik görsel işleme ilgisini çekmiştir. Ama kısa süre içinde daha uzun formlar için cesur, yenilikçi görüntüler yaratmıştır.
“Nuh: Büyük Tufan”, Libatique’in yönetmen Darren Aronofsky ile altıncı işbirliğidir. Kendisi 16mm ile siyah beyaz olarak çekilmiş rahatsız edici bir portre olan “?” ile erken bir çıkış elde etmiştir. Libatique, rakamlara takıntılı, dengesiz ve bozulmuş bir zihni resmetmek için film emülsiyonunun sınırlarını zorlamıştır. “?”, Sundance Film Festivalinde yönetmenlik ödülünü kazanmıştır. Libatique de çalışmasından dolayı Independent Spirit adayı olmuştur. Libatique’in sinema filmi kariyeri başlamış ve hızla devam etmiştir.
Libatique 15 yıl sonra, yine Darren Aronofsky’nin yönettiği “Black Swan” ile ASC ödülüne ve Oscar® ödülüne aday olmuştur. Black Swan da Super 16 ile çekilmiştir ve görüntü yönetmenliği kategorisinde Oscar® adaylığı için nadir görülen bir durumdur. Libatique, Black Swan’deki çalışması için BAFTA, Amerikan Görüntü yönetmenleri Birliği ve Independent Spirit ödülleri gibi çeşitli adaylıklar almıştır.
Libatique’in Aronofsky ile ortak çalışmaları arasında Libatique’in En İyi Görüntü dalında Independent Spirit ödülünü kazandığı, Boston Film Eleştirmenleri Birliğinden ve Online Film Eleştirmenleri Birliğinden adaylıklar aldığı “Requiem for a Dream” bulunmaktadır. Libatique, ayrıca Aronofsky’nin “The Fountain” filminde görüntü yönetmeni olarak hizmet vermiştir. Ayrıca ikisi de kariyerlerine kısa film “Protozoa”da birlikte başlamışlardır.
Libatique’in “Miracle at St. Anna”, “She Hate Me” ve “Inside Man”de birlikte çalıştığı Spike Lee, “Tigerland” ve “Phone Booth” için birlikte çalıştığı Joel Schumacher ve “Iron Man,” “Iron Man 2” ve “Cowboys and Aliens” için birlikte çalıştığı Jon Favreau gibi çeşitli yönetmenlerle devam eden çalışmaları bulunmaktadır.
Diğer sinema filmi çalışmaları arasında Mathieu Kassovitz için “Gothika”, Stephen Gaghan için “Abandon”, Liev Schreiber için “Everything is Illuminated”, Olivier Dahan için “Own Love Song” ve yönetmenler Jonathan Dayton ve Valerie Faris için “Ruby Sparks” yer almaktadır.
Libatique, prestijli American Film İnstitute’de görüntü yönetmenliği dalında eğitim almış ve yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır.
Libatique 1995’de kariyerine, müzik klipleri sektöründe görüntü yönetmeni olarak başlamıştır. The Cure, Usher, Death in Vegas, Erykah Badu, Incubus, Tupac, Moby, Snoop Dogg, Jay-Z ve The Fray gibi sanatçılar için yaptığı çalışmalar MTV’de gösterilmiştir. Libatique, 2002’deMatchbox 20’nin “Mad Season”ı ile en yi görüntü yönetmeni dalında Music Video Production Association ödülünü almıştır. Reklam ve müzik klipleri sektöründe çalışarak Stacy Wall, Floria Sigismondi, Dante Ariola, Brian Beletic, Phil Harder, Terry Richardson, Mark Pellington, Traktor, Kinka Usher, Style War ve Noam Murro gibi yetenekli yönetmenlerle güçlerini birleştirmiştir.
Aslen güzel sanatlar öğrencisi olan, Manhattanlı MARK FRIEDBERG (Yapım Tasarımcı) 90’ların başında, bağımsız film hareketinde yer alan bir dizi etkin, düşük bütçeli filmde yapım tasarımcı olarak görev alarak hem sinema hem de resim tutkusunu gerçekleştirmiştir.
Friedberg’ın küçük ama dikkate değer denemelerdeki önceki çalışmalarından olan Alexandre Rockwell’in “In the Soup” ve Maggie Greenwald’ın “The Ballad of Little Joe” büyük ilgi görmüş ve Friedberg’ün çeşitli film yapımcılarıyla iş birliği yapmasına yol açmıştır. Bu yapımcılar arasında sektörün önde gelenlerinden Mel Brooks (“The Producers,” 2005), ve Garry Marshall (“Runaway Bride,” “New Year’s Eve”) ile Mira Nair (“The Perez Family,” “Kama Sutra: A Tale of Love”), Ang Lee (“The Ice Storm,” “Ride with the Devil”), Todd Haynes (“Far From Heaven”), Jim Jarmusch (“Coffee and Cigarettes,” “Broken Flowers”), Wes Anderson (“The Life Aquatic with Steve Zissou,” “The Darjeeling Limited”), Julie Taymor (“Across the Universe”) ve Charlie Kaufman (“Synedoche, New York”) gibi bağımsız yapımcılar bulunmaktadır.
Friedberg tarafından son dönemde tasarlanan diğer filmler arasında Julie Taymor’ın hayalinde canlandırdığı, Hawaii’de mekan çekimleri, Brooklyn’de de sahne çekimleri yapılan Shakespeare’in “The Tempest”; Foster ve Mel Gibson’ın rol aldığı, Jodie Foster’ın “The Beaver” ve Harrison Ford, Diane Keaton ve Rachel McAdams’ın rol aldığı ve Roger Michell’ın yönettiği romantik komedi “Morning Glory” bulunmaktadır.
Friedberg son dönemde Kate Winslet’ın rol aldığı ve Todd Haynes’in yönettiği HBO’nun övgüler alan mini dizisi “Mildred Pierce”deki çalışmasıyla Olağanüstü Sanat Yönetimi Emmy ödülü almıştır.
Los Angeles’da bulunan MICHAEL WILKINSON (Kostüm Tasarımcı) kendi şehri olan Avustralya, Sidney’de bulunan National Institute of the Dramatic Arts’da tasarım eğitimi almıştır. Academy of Motion Picture Arts and Society (AMPAS) ve Kostüm Tasarımcıları Birliği (CDG) üyesidir. Yakın dönemde Variety dergisi Wilkonson’a uzmanlık alanlarında önemli etkileri olan film yapımcılarının listesi olan “Çizgi Altı Etki” listesinde yer vermiştir.
Wilkinson’ın kostüm tasarımları arasında Zack Snyder’ın “Man of Steel” ve “300,” “Twilight Saga: Breaking Dawn: Part II”nin son filmi ve Joe Kosinski’nin fütüristik aksiyon filmi “Tron Legacy” bulunmaktadır. Her iki projesi için de Kostüm Tasarımcıları Birliği ve Saturn ödülüne aday gösterilmiştir. Wilkinson daha önce Snyder’ın büyük övgüler alan aksiyon gerilim filmi “Watchmen” ile Saturn ödülünü almıştır ve uluslararası topluluk filmi “Babel”deki modern tasarımlarıyla CDG ödülüne aday olmuştur.
Diğer filmleri arasında fantezi aksiyon filmi “Sucker Punch”, İç savaş dramı “Jonah Hex”, kıyamet sonrası filmi “Terminator Salvation” ve kült Hitler “Garden State”, “American Splendor” ve “Party Monster” filmleri için kostüm tasarımcılığı bulunmaktadır.
Wilkinson, kariyerinin başında Baz Luhrmann’ın göz alıcı filmleri olan “Moulin Rouge” ve “Romeo + Juliet” filmlerinde ve Wachowski Bros. filmi “The Matrix: Reloaded” filmlerinde tasarım asistanı olarak görev yapmıştır.
Tiyatro çalışmaları arasında ödüllü kostüm tasarımlarıyla, Sidney Tiyatro Kumpanyası Opera Avustralya, Avustralya Dans Tiyatrosu ve Radio City Hall bulunmaktadır. Michael ayrıca reklam tasarımı yapar ve Özel Organizasyon tasarımları yapmaktadır. Sidney 2000: Olimpiyat Oyunlarının Açılış ve Kapanış törenleri için yüzlerce kostüm tasarlamıştır.
ANDREW WEISBLUM, ACE (Kurgu) daha önce Darren Aronofsky’yle Oscar® ödülüne aday gösterildiği “Black Swan”da birlikte çalışmış. Filmdeki çalışması da diğer ödüllerle birlikte, BAFTA ve Eddie Ödülü adaylıkları ile Boston Film Eleştirmenleri Grubunun en iyi film kurgusu ödülünü almıştır. Daha önce Aronofsky için editör olarak “The Wrestler”da ve görsel efektler editörü olarak “The Fountain”da görev almıştır.
Weisblum yakın dönemde Wes Anderson için övgüler alan “Moonrise Kingdom” filminde çalışmıştır. Ondan önce Amerikan Sinema Editörleri (ACE)/Eddie adayı olduğu ve Kurgu Süpervizörü olarak “Fantastic Mr. Fox” ve editör olarak “The Darjeeling Limited” filmlerinde çalışmıştır.
Weisblum’un film editörü olduğu çalışmaları arasında; Zal Batmanglij’in “The East”; Jason Reitman’ın “Young Adult”; Zoe Cassavetes’in “Broken English”; Amy Hobby’nin “Coney Island Baby”; Nevil Dwek’in “Undermind”; ve Michael Mayer’ın yönettiği televizyon dizisi “Smash”in pilot bölümü bulunmaktadır.
Kurgu yardımcısı olarak on yıldan uzun bir süredir çeşitli filmlerin kurgu departmanında çalışmıştır. Bunların arasında John Waters’ın “A Dirty Shame” ve “Cecil B. DeMented”; Brian De Palma’nın “Femme Fatale” ve “Snake Eyes”; Allison Anders’ın “Grace of My Heart”; Richard Linklater’ın “School of Rock” ve Rob Marshall’ın çok sayıda Oscar® alan ve Wisblum’un görsel efektler editörü de olduğu “Chicago” bulunmaktadır.
Paramount Pictures ve Regency Enterprises Sunar
Bir Protozoa Pictures Yapımı
Bir Darren Aronofsky Filmi
“Noah”
Nuh: Büyük Tufan
Uygulayıcı Yapımcılar: Ari Handel, Chris Brigham
Yapımcılar: Scott Franklin, Darren Aronofsky, Mary Parent, Arnon Milchan
Senaryo: Darren Aronofsky & Ari Handel
Yönetmen: Darren Aronofsky
Oyuncu Kadrosu: Russell Crowe, Jennifer Connelly, Ray Winstone, Emma Watson, Anthony Hopkins ve Logan Lerman
Konu:Russell Crowe cesaret, fedakarlık ve umudu anlatan epik hikayeden esinlenen Nuh: Büyük Tufan’da başrolde… Film, vizyoner yönetmen Darren Aronofsky tarafından yönetildi.
Gösterim Tarihi: 3 Nisan 2014
[flickr-gallery mode=”photoset” photoset=”72157641471778153″]