Cafe Society

Woody Allen’ın son filmi CAFÉ SOCIETY 12 Ağustos’ta seyirciyle buluşmaya hazırlanıyor. Allen’ın “O dönem beni hep büyülemiştir. Muazzam bir tiyatro yaşamı, kafe ve restoran kültürüyle şehrin en heyecanlı dönemiydi. Nereye giderseniz gidin, tüm New York sofistike gece yaşamıyla çalkalanıyordu.” diyerek  hayranlığını belirttiği “Café Society” döneminin renkli kişiliklerinin konu edildiği eğlenceli filmin başrollerini Jesse Eisenberg, Kristen Stewart, Steve Carell ve Blake Lively paylaşıyor.

Konu: 1930’larda geçen CAFÉ SOCIETY’de Bronx’da doğan Bobby Dorfman’ın (Jesse Eisenberg)’aşka yakalandığı Hollywood’a gidişini ve sonra sosyetenin kıpır kıpır gece hayatından, ortalığı toza dumana kattığı New York’a dönüşünü izliyoruz. Birbirinden acayip bireylerden oluşan bir ailenin en küçük çocuğu olan Bobby babasının kuyumcu dükkanından sıkılınca soluğu dayısı Phil’in (Steve Carell) yanında, Hollywood’da alır. Dönemin en popüler film yıldızlarının menajerliğini yapan Phil’in ajansında çalışmaya başlayan Bobby, Hollywood’un skandal, dedikodu ve güzel kadınlarla dolu göz kamaştırıcı dünyasında aşkı ve acıyı tanıyacak ve bambaşka bir insana dönüşecektir.

1930’larda geçen Woody Allen’ın acı tatlı romantik filmi CAFÉ SOCIETY’de Bronx’da doğan Bobby Dorfman (Jesse Eisenberg)’ın aşka yakalandığı Hollywood’a gidişini ve sonra sosyetenin kıpır kıpır gece hayatında ortalığı toza dumana kattığı New York’a dönüşünü izliyoruz. Bobby’nin renkli aile yaşamında olup bitenlere odaklanan film, dönemin heyacanını ve şaşaasını yansıtan film yıldızlarına, sosyeteye, playboylara, güzel kadınlara, politikacılara ve gangsterlere yazılmış parıltılı bir şiir. Bobby’nin durmadan birbiriyle didişen ailesi, annesi Rose (Jeannie Berlin), babası Marty (Ken Stott), hiçbir konuda ayarı olmayan ağabeyi Ben (Corey Stoll) ve iyi kalpli öğretmen kardeşi Evelyn (Sari Lennick) ile onun yumurta kafalı kocası Leonard (Stephen Kunken)’dan oluşuyor. Azman Ben için kaba kuvvetin çözemeyeceği hiçbir sorun yoktur. Ama ailenin diğer üyeleri doğru ile yanlış arasında, hayat memat meselelerinde ve dinin ticari değeri daha çok kafa patlamaktadırlar.
Hayattan daha fazlasını bekleyen Bobby, babasınının kuyumcu dükkanından kaçıp Hollywood’un güçlü menajerlerinden olan amcası Phil’in (Steve Carell) yanına gider. Kısa sürede Phil’in göz alıcı asistanı Vonnie’ye (Kristen Stewart) aşık olsa
da onun başka bir adamla birlikte olduğunu öğrendiğinde arkadaş kalmaya razı olur. Bu arada model ajansı sahibi Rad (Parker Posey) ve zengin bir yapımcı olan kocası Steve (Paul Schneider) ile arkadaş olur. Vonnie erkek arkadaşı tarafından terk edildiğinde Bobby, kızın gönlünü çalma fırsatını kaçırmaz ve çabaları da karşılıksız kalmaz. Vonnie, Bobby’nin evlilik ve New York’a taşınma teklifini kabul etse de işler planlandığı gibi gitmeyecektir.
Kalbi kırık New York’a dönen Bobby, bir gece kulübü işletmeye başlayan Ben için çalışmaya başlar. Yöneticilikte doğal bir yeteneği olduğu ortaya çıkan Bobby, kulübü gece hayatının en popüler mekanı yapar. Rad’in a racılığıyla tanıştığı sosyete güzeli Veronica (Blake Lively) ile de romantik bir ilişki yaşamaya başlar. İçinde hala Vonnie’ye karşı bir şeyler hissetse de Veronica’nın hamile olduğunu öğrenir öğrenmez evlenirler ve birlikte mutlu bir hayata başlarlar.
Bobby için her şey yoluna gitmektedir ta ki Vonnie bir gece “Les Tropiques”in kapısından içeri girene kadar…
Dokunaklı ama kahkaha dolu, bir romanın sürükleyiciliğine sahip CAFÉ SOCIETY, bizi Hollywood’un pelüş mansiyonlarını dolduran pastele boyanmış işbazlardan, Bronxlu mütevazı bir ailenin çekişmeleri ve gelgitlerine, New Yorklu gangsterlerin hır gür dolu şiddetine ve Manhattan sosyetesinin parıltılı yüzeysel yaşamı ve gizli sırlarına doğru bir yolculuğa çıkarıyor.

Woody Allen’ın CAFÉ SOCIETY filmi, film yıldızları, milyonerler, playboylar, profesörler, fahişeler ve gangsterlerle dolu 1930’ların New York ve Hollywood’unun panoramik bir hikayesi.
Filmin geniş karakter skalası daha hikayenin başında kendini belli ediyor. “Senaryoyu bir roman gibi kurguladım,” diyor Allen. “Bir kitapta olduğu gibi, filmin içinde de bir an soluklanıp baş kahramanı kız arkadaşıyla, ailesiyle, kız kardeşi veya gangster ağabeğiyle, Hollywood yıldızları ya da bitirimleriyle, hatta sonrasında sosyetenin içinde politikacılarla, güzel kızlarla, playboylarla, düğünlerinde karısını aldatanlarla ya da kocasını öldürenlerle birlikte görebilirsiniz. Benim için bu hikaye, bir kişinin değil herkesin hikayesiydi. Bobby’nin aşk hikayesi, filme etki eden atmosferin bel kemiği niteliğinde. Fakat tüm karakterler hikayenin dokusuna katkıda bulunuyor.”
Tıpkı kitaplarda olduğu gibi filmde de bir anlatıcı var ve bu üst ses Allen’ın kendisine ait. “Kendim seslendirdim çünkü kelimelerin tam olarak nasıl ifade edilmesi gerektiğini en iyi ben biliyordum,” diyor. “Kendi kitabımı okumuş gibi olacaktım.”
“Café Society”, 19.yy sonu ve 20.yy başında New York, Paris ve Londra’nın o dönem moda olan kafe ve restoranlarında toplanan sosyete, aristokrat, sanatçı ve ünlü takımını tanımlamak için kullanılıyor. Terim, 1930’larda New York’ta İçki Yasağı Dönemi’nin sonlanmasından sonra ve Café Society’nin müdavimlerinin hayatlarını açgözlü biçimde sütunlarına taşıyan bulvar gazeteciliğinin yükselmesiyle popüler hale geldi.
“O dönem beni hep büyülemiştir,” diyor Allen. “Muazzam bir tiyatro yaşamı, kafe ve restoran kültürüyle şehrin en heyecanlı dönemiydi. Nereye giderseniz gidin, tüm ada, sofistike gece yaşamıyla çalkalanıyordu.” Altın Çağı’nı yaşayan Hollywood yıldızlarla dolu olsa da New York’tan farklı bir gece hayatına sahipti. “Gidecek çok yer yoktu.
Her yer erkenden kapanırdı. Elbiseler daha sadeydi. Herkes arabasını kendisi sürerdi. Film yıldızları sayesinde bir miktar ışıltısı vardı ama New York’un sahip olduğu sofistike gece yaşamına sahip değildi,” diyor Allen.

Phil, Hollywood yıldızlarını tek tek adlarıyla tanıyıp gördüğü herkesle tokalaşan enerjik ama telefonda kız kardeşinin sesini tanıyamayacak kadar kafası karışık bir karakter. “Phil’i ilk gördüğünüzde ondan çekiniyorsunuz,” diyor Carell. “On parmağında on marifet, bir toplantısının ortasında kulağından telefonu düşmeyen ve rolüne kendini vermiş biri. Ama onu yakından tanıdıkça hassas ve incinebilir yanlarını görüyorsunuz. İnsanların duygularını yok sayarak kararlar alan biri değil. Sanırım bu, onu daha insancıl ve sevimli kılıyor.”
Hollywood’da günlerinin büyük kısmını Phil’in asistanı Vonnie (Kristen Stewart) ile geçiren Bobby kıza anında vuruluyor. “Vonnie, içinde bulunduğu endüstrinin yapay doğasının farkında olan tutkulu bir kız,” diyor Stewart. “Eğlenceli ve komik bir dünyanın boşluğunu görebiliyor ve bu da onu çekici kılıyor,” diyor Eisenberg. “İki karakter de eğlence şehrinin pırıltılı yanının cazibesine hem karşı koymak hem de ondan uzaklaşmak istiyor. Ama Vonnie, Bobby için bir antidot haline geliyor. Eleştirel, komik ve hayata kendi perspektifinden bakan biri.” Ancak Bobby, sevgilisi olan Vonnie’den arkadaşlıktan fazlasını bekleyemez.
Vonnie’ye karşı hisleri her geçen gün büyürken aşkına karşılık alamayan Bobby, New York’a döner. Los Angeles’tan tanıdığı ajans sahibi Rad Taylor ve yapımcı kocası Steve ile kurduğu dostluğunu New York’a taşıyan Bobby, ağabeyi Ben’in ele geçirdiği “Club Hangover”da çalışmaya başlar. Kulübü cemiyet yaşamının gözdesi haline getiren Bobby, mekanın adını “Les Tropiques” olarak değiştirir.
Rad aracılığıyla kocasının, en iyi arkadaşı için terk ettiği Veronica (Blake Lively) ile tanışır Bobby. “Veronica yaşananlardan oldukça incinmiş, ama dünyaya küsmemiştir,” diyor Lively. “Bobby’nin yaşadıklarını yargılamaktan çok ona merakla yaklaşan tavırlarında tazeleyici bir saflık var. O günlerin olmazsa olmazı toplumsal ve siyasi sınırları yıkan bir açıklığı var. Veronica’yı canlandırmak ilginçti çünkü bir aşk hikayesinin ortasına düşüyor. Sevecen bir karakter ama asıl sevgililerin bir araya gelmesini istiyorsunuz. Bir taraftan ona sevgi beslerken, diğer aşk hikayesinin de güzel sonla bitmesini istiyorsunuz. Olayların ortasına düşüp işleri biraz daha karıştıran bir karakter.”

Café Society’de üç Oscar Ödüllü Vittorio Storaro ile çalışan Allen, “Hikayemi anlatmamda sinematografi çok önemlidir ve Vittorio, muhteşem bir sanatçı,” diyor. Allen ve Storaro filmi dijital çekerek kendileri adına bir ilki gerçekleştirdiler. Filmin içindeki üç dünyanın estetik farklılıklarını ortaya koyabilmek için yakın bir şekilde çalıştılar. “Bronx’ta doymamış, hatta neredeyse kış gecelerinde rastlayacağınız bir ışık kullandık,” diyor Storaro. Los Angeles içinse tam tersi geçerli: “Hollywood’da daha sıcak bir ton, güneşli bir ton hakim,” diyor. “Bobby New York’a döndüğünde her şey daha parlak, daha renkli… Özellikle gece kulübü sahneleri. Film ilerledikçe birbirinin zıttı iki şehir arasında bir denge oturmaya başlıyor. Bunu yapmayı seviyorum. Başlangıçta birbirinden farklı iki görsellik, yavaş yavaş birbirlerine geçiyor.”
Genellikle sabit kamera kullanımında ve geniş açılar kullanılırken üst ses devreye girdiğinde Storaro ve Allen, Steadicam’e başvuruyor. “Anlatıcı yersiz yurtsuz ve zamansız biri,” diyor Storaro. “Tamamen soyut bir varlık. Anlatıcı hikayeyi anlatırken hikayeyi kendi bakış açışından anlatıyormuş gibi hissediyoruz. Bunlar Steadicam’i kullanmak, karakterin etrafında daha fazla yer alabilmek ve hikayenin duygusal aktarımını daha da kolaylaştırmak için harika anlardı.
“Kulüpleri hem gerçek mekanlardan hem de dönemin filmlerinden esinlenerek modelledim,” diyor yapım tasarımcısı Santo Loquasto. “Yıllar boyunca o döneme dair bir referans kitaplığı oluşturdum. Hatta RADIO DAYS’i El Morocco’da çekmiştik. Woody’nin sevdiğini düşündüğüm şeyleri kullandım; döner merdivenler, barların tasarımları… Çalışmalarımın bir yeniden yaratımdan ziyade Woody’nin dünyaya bakışı olduğunu söylemeliyim. Bir yeniden yaratım değil, bir toplama çalışmasıydı yaptıklarım.”
Kostüm tasarımcısı Suzy Benzinger’in işi de New York ile Hollywood’un şaşaası arasındaki farklılıkları ortaya koyuyor. “Hollywood, milyonlarca insanı sinemalara çekmek için yaratılmış ağız uçuklatan sahte bir dünya,” diyor Benzinger. “Oyuncuların şaşaalı görünmesi onlar için çok önemliydi. Evlerinden her çıktıklarında şık giyimli oluyorlardı. 1930’larda orkidelerle süslü kürklere sarınmış kadınların olduğu Hollywood filmlerinin hepsini izledik. Bu filmlerin ilk gösterildikleri tarih Ağustos, Kaliforniya’da milyon dereceyi gördüğümüz zamanlar! New York’ta ise daha gerçekçi. Hava soğuk olduğunda kadınlar dışarı çıkarken şapkalarını takıyor.”
“New Yorklu kadınlar daha Avrupai, Kaliforniyalı kadınlara göre daha şık,” diyor Benzinger. “Fransız tasarımcıların New York’ta cirit attığını ve Chanel ile Schiaparelli için kadınlar arasında büyük bir mücadele olduğunu biliyoruz. O dönemin moda dergilerindeki yazıları okurken şöyle cümlelere rastlıyordum: “Bu, Paris’in en moda rengi!”
Aynı zamanda bir senarist, yakın zamanda ilk filmini çekecek ve daha önce Allen ile çalışmış olan Eisenberg, Allen ile çalışmayı zorlayıcı ve tatmin edici olarak tanımlıyor. “Tüm gün aynı sahneyi çekmeyeceğinizi bilmek biraz sinir bozucu. Bir sahneyi istediğiniz gibi çekmediğinizi hissetseniz de o sahneyi filmde görebilirsiniz,” diyor. “Ama o sahnede en önemli şeye odaklanabilen ve onu en verimli, berrak ve sanatsal şekilde ifade eden biri tarafından izlenmek ve düzeltilmek de rahatlatıcı.” Carell, Allen’ın aynı sahneyi çok fazla çekmemesinden memnun. “Bir sahnenin tekrarı arttıkça çok fazla düşünmeye başlıyor ve yapay tepkiler geliştirmeye başlıyorsunuz. Olduğu kadarıyla yetinmesini seviyor ve bence bu işe de yarıyor.” Stewart, Allen’ın kendisini konfor alanından çıkardığını söylüyor. “Vonnie’de benim kolay kolay kabullenemeyeceğim bir neşe ve laubalilik var,” diyor. “Bu yüzden sürekli üstüme gelip o havayı yakalamam yönünde zorladı beni.” Lively, Allen’ın asla müdahaleci ve belli bir kalıpta davranmaya zorlayıcı olmadığını ama ihtiyaç duyduğu her seferinde yanında olduğunu söylüyor. “Diyaloğun hepsini vermiyor elinize. ‘Bu sahnenin havası biraz şöyle olmalı…’ diyor ve sonuna bir cümle ekliyor. O cümle sahneyle ilgili aklınızda kurduğunuz her şeyi yerle bir ediyor.” Carell, “Oyunculara o kadar saygı duyuyor ki her şeye hazır bir şekilde gelip işlerini yapacaklarını varsayıyor. Oyunculuğu oyunculara bırakıyor. Sizin bir sorunuz veya onun aklına takılan bir şey yoksa işler çok basit. Sahne oluyorsa fazladan herhangi bir söz duymuyorsunuz,” diyor.
“Hayat, insanların seçimlerinin sonucudur,” diyor Allen. “Bobby ile Vonnie için işler bir yere kadar iyi gidiyor ama hep birlikte olacaklarını hayal etseler de bu olmayacak. Vonnie önceden farklı bir karar almış olsaydı birlikte olabilirlerdi. Ama işlerin aldığı hal düşünüldüğünde sadece rüyalarında birlikte olabilirler.”

[embedyt] http://www.youtube.com/watch?v=ddt5Jsn_xrE[/embedyt]