Louisa May Alcott’ın “Küçük Kadınlar” Romanı Beyaz Perdede

Louisa May Alcott’ın Little Women (Küçük Kadınlar) romanı bambaşka ülkelerde ve çok ayrı dönemlerde milyonlarca farklı şekilde hayat bulmuştur. Hırslı kızlar için dünyanın ne şekillerde zor bir yer olduğunu çekinmeden işleyen bu roman bir teselli de sunar: O hırs –dünyanın zincirlerini kıran canlı bir iç yaşam– kendi ödülünü de içinde barındırmaktadır. Bu, ilk olarak çocukken karşımıza çıkan bir kitaptır. Çocukken dünyanın olanakları sınırsızdır ve bu dünyada bizi dizginleyecek hiçbir şey yoktur; genç yetişkinler olarak geri döndüğümüzde ise yetişkinliğin ve toplumun kısıtlamaları kimliğimizi şekillendirmeye başlamıştır; ve daha yaşlı okurlar olarak bir kez daha geri döndüğümüzde, genç ve cüretkar olmanın ne demek olduğuna dair acı-tatlı nostaljimiz yeni bir kuşağın o meydan okumayı bizzat deneyimlediklerini görmenin heyecanlı sevinciyle karışır.

Kitabın ısrarcı gücü, hayatın çok sayıdaki cazibesi arasında —aile, sanat, para, aşk, özgürlük ve yüzde yüz kendin olup kendi benzersiz hikayeni yaratabilme umudu— mücadele ederken, kişinin kendi olması gerektiğine dair çağrısında yatıyor.
Bu son derece kişisel ve capcanlı “Little Women/Küçük Kadınlar” fikri yazar-yönetmen Greta Gerwig’in beyaz perdeye aktarmak istediği şeydi. Gerwig malzemeye Alcott’ın yarattığı muazzam hikayenin ayakları yerden kesen, destansı doğasını yakalama kararlılığıyla yaklaşırken, romanın kahramanlarına hayat veren o dürüst ve kişiye gardını düşürten türdeki duygusal samimiyeti de yansıtmak istedi. Her okur hikayeye kendi kişisel yorumunu ve anlamını katarken, Gerwig hikayeye kendi damgasını vuruyor. Romanın orijinali, iki parça halinde yayımlanmıştı: İlk kısım March kardeşlerin mutlu genç kızlık dönemlerini, ikinci kısım ise yetişkinliğin acımasız gerçeklerini işliyordu. Gerwig, Jo’nun kararlılığının ve özgür ruhunun hikayesini anlatırken, romanı didikleyip iki kısım arasında gidip gelmekle kalmayıp, bir yandan da bu kısımlar arasında doğal bir geçiş ve yeniden yapılanma sağlıyor. Film, zamana dair akıcı yaklaşımı sayesinde, izleyicileri birbirlerinden çok farklı olmalarına rağmen sarsılmaz bir kardeşlik duygusuyla kenetlenmiş March kardeşlerin —mürekkep lekeli, aykırı ve özgür yazar Jo; sevecen, ilkeli, aktris olmak isteyen Meg; hassas, açık yürekli müzisyen Beth; zeki, hevesli ressam Amy— dolu dolu ve karmaşık birer yetişkine dönüşümlerinde rol oynayan anılara, anlara, talihsizliklere ve iradeli eylemlere götürüyor.
Ortaya çıkan tablo, oldukları kişilere dönüşmelerini sağlayan şeylere dönüp sevgiyle bakan dört kadının resmidir. Yine aynı tabloda, kadınların gündelik hayatlarının —keşiflerinin, fedakarlıklarının, öfkelerinin; maddi, sanatsal ve evle ilgili kaygılarının— çok önemli olduğu da görülür. Buzdaki bir çatlaktan zamanlaması yanlış bir mektuba kadar, olan bitenlerin pek çoğu sizin kontrolünüzün dışındayken, hayatınızın dizginlerini elinize almak ne anlama gelmektedir? Ve bambaşka hayalleri olan dört kız kardeşe nasıl görünmektedir bu?
Alcott’ın zamanında insanların dünyaya bakış biçimini değiştiren cesur sanatçılardan ilham alınan görselliğiyle son derece zengin bir görüntü yelpazesine sahip filmde, Gerwig’in öne çıkardığı sorular bunlardı. Söz konusu sorular modern hissi verse de, aslında hâlâ yolumuza çıkan bu karşıtlıkları irdeleyen Alcott’tı: Para mı sanat mı, sevgi mi kişisel tatmin mi, idealler mi gerçek hayat mı, aileye bakmak mı kendi sesini bulmak mı?
Gerwig “Lady Bird”le henüz güçlü sesini ortaya koymasından bile önce yapımcı Amy Pascal’a “Little Women/Küçük Kadınlar”ı beyaz perdeye uyarlamak için doğru kişi olduğuna inandığını söylediğini aktardıktan sonra, “Bu projeye her şeyimle girişmiştim. Ne hakkında olduğuna dair çok belirli bir fikrim vardı: Film sanatçı olarak kadının durumunu, kadınları ve parayı ele alıyordu. Bunların hepsi metinde mevcut ama hikayenin bu yönleri daha önce irdelenmedi. Bana göre, bu konular gerçekten ama gerçekten gün gibi ortadaydı; şimdi bile bu film daha önce yaptığım her şeyden daha çok otobiyografik bir eser” diyor.
Gerwig çocukken “Little Women/Küçük Kadınlar”ı o kadar çok kez okumuş ki ilk seferinin ne zaman olduğunu hatırlamıyor. Meslektaşı pek çok yazar ve sanatçı gibi, o da —erkek fatma, uyumsuz ve hayal ettiği kadın olmak için statükoyla mücadele eden, romancı olma heveslisi— Jo March’la yoğun bir özdeşleşme hissi yaşadı; ona göre, Jo hayali bir kişiden çok karizmatik bir akıl hocası gibiydi. Jo ne istediğini bilen bir kızdı: Daha özgür olmak, yaratmak, izin verilemeyenlerin ötesine geçmek ama bir yandan da kendini sevdiklerine tamamen vermek istiyordu. Gerwig’in izleyicileri Jo’nun dünyasının dokusuna —onun duygusal titreşimlerine ve kişisel dinamiklerine— elinden geldiğince doğal bir şekilde götürmek isteme nedenlerinden biriydi bu.
Gerwig şunu söylüyor: “‘Little Women/Küçük Kadınlar’ kendimi bildim bileli kişiliğimin bir parçası oldu. Jo March’ın kim olduğunu bilmediğim bir dönem hiç olmadı; ve o hep benim favorimdi; olmak istediğim ve olmayı umduğum kişiydi”.
Gerwig bir yandan Alcott’ın özgün sesini korurken, bir yandan da romanı sinemaya uygun bir şekilde yeniden yapılandırdı; hikayeyi kronik sıralamadan çıkararak March’ın en unutulmaz deneyimlerini anılardan ve yaratıcı ilhamlardan oluşan bir malzemeye dönüştürdü. Bu yapılandırma izleyicileri March kardeşlere yeni bir gözle bakmaya davet ediyor: Geçmişe yetişkin gözleriyle bakan ve Jo’nun yazımlarına yaşayan birer kaynak olarak.