Red

Summit  Entertainment  Sunar
Bir  di  Bonaventura  Pictures  Yapımı

“R.E.D” Enerji dolu bir aksiyon-komedi filmi

DC Comics’in yayınladığı, Warren Ellis ve Cully Hamner’ın yazdığı  kült grafik romandan uyarlanan “R.E.D” başrollerinde Bruce Willis, Oscar ® ödüllü Morgan Freeman, Oscar®-adayı John Malkovich ve Oscar ®-sahibi Helen Mirren gibi birbirinden efsane oyuncuların yer aldığı enerji dolu bir aksiyon-komedi. The Time Traveler’s Wife, Flightplan gibi filmlere imzasını atan başarılı yönetmen Robert Schwentke’in yönettiği filmin senaryosu da Jon Hoeber ve  Erich Hoeber (‘Whiteout’, ‘Montana’)’a ait. Yıldız kadrosu, eğlenceli ve aksiyon dolu sahneleriyle göz dolduran film 15 Ekim’de sinemalarda.

KONU

Eski bir CIA ajanı olan Frank Moses (Bruce Willis) yalnız ve sessiz bir hayat sürmektedir.  Ta ki, yüksek teknoloji sahibi bir ekip onu öldürmeye kalkışıncaya kadar. Kimliğinin ortaya çıkması ve çok önem verdiği bir kadın olan Sarah (Mary-Louise Parker)’nın hayatının tehlikeye girmesi üzerine Frank eski takımını toparlar ve son bir yaşam savaşı vermeye başlarlar.

DC Comics’in yayınladığı, Warren Ellis ve Cully Hamner’ın yazdığı  kült grafik romandan uyarlanan RED başrollerinde Bruce Willis, Oscar ® ödüllü Morgan Freeman, Oscar®-adayı John Malkovich ve Oscar ®-sahibi Helen Mirren’ın yer aldığı enerji dolu bir aksiyon-komedi.

Frank (Willis), Joe (Freeman), Marvin (Malkovich) ve Victoria (Mirren) CIA’in eski favori gizli ajanlarında biriyken, bildikleri sırlar onları örgütün favori hedefleri haline getirir. Şimdi etrafları bir suikast ile çevriliyken, ortak yeteneklerini, deneyimlerini ve ekip ruhlarını biraraya getirerek peşlerine düşen tehlikeden kaçabiliyorlar. Takım, aralarına sivil Sarah (Parker)’ı da alarak ülke çapında imkansız misyona soyunup CIA merkezinin asıl sırlarını ortaya çıkarmaya koyuluyorlar, bu esnada da çok büyük bir suikastten ve devlet tarihinde gizli örtbaslardan haberdar oluyorlar.

Robert Schwentke’in yönettiği (The Time Traveler’s Wife, Flightplan) Jon Hoeber ve  Erich Hoeber (Whiteout, Montana)’ın senaryosunu yazdığı, Summit Entertainment filmi RED’in yapımı di Bonaventura Pictures’dan Lorenzo di Bonaventura ve Mark Vahradian (Salt, Transformers, Transformers: Revenge of the Fallen)’a ait. Filmin yürütücü yapımcıları Jake Myers (Shanghai, Hollywoodland) ve DC Comics’ten Gregory Noveck (Jonah Hex). di Bonaventura Pictures’ın yapım yürütücüsü David Ready da filmin yardımcı yapımcısı.

Her biri birer yıldız olan oyuncular arasında Karl Urban (Priest, Star Trek, The Lord of the Rings: The Two Towers, The Lord of the Rings: The Return of the King) William Cooper isminde, Frank’i öldürmek üzere görevli yüksek teknoloji CIA adamlarından biri rolünde. Brian Cox (X2: X-Men United, The Bourne Identity, The Bourne Supremacy) Ivan isimli Rus bir ajan ve eski Soğuk Savaş casusu rolünde. Oscar sahibi Richard Dreyfuss (W., Mr. Holland’s Opus, The Goodbye Girl) Alexander Dunning isimli bir karakteri, karlı devlet taahhütlerinden hırsla kazandığı bir servete sahip olan birini canlandırıyor; Rebecca Pidgeon (Heist, State and Main)  CIA ajanı Cynthia Wilkes’ı, Cooper’ın acımasız CIA üst düzey yöneticisini oynuyor; James Remar (Pineapple Express,  “Dexter” ve “Sex and the City”)  Gabriel Singer isimli, gizemli örtbas işlerine karışmış eski askeri pilot rolünde; Julian McMahon (Fantastic Four, “Nip/Tuck”) Başkan Yardımcısı Stanton olarak tehlikeli bir komplonun merkezinde hırslı bir politikacı olarak karşımızda. Ve Oscarlı efsanevi oyuncu Ernest Borgnine (The Wild Bunch, Marty)  hayatının amacı CIA’in en önemli sırlarını korumak olan Henry rolünde.

Yaratıcı ekip ise ikisi de yönetmen Schwentke ile “The Time Traveler’s Wife” ve “Flightplan”de beraber çalışan görüntü yönetmeni Florian Ballhaus (Marley & Me, The Devil Wears Prada) ile Oscar® sahibi kurgucu Thom Noble (Witness, Thelma & Louise)’dan oluşuyor.

Prodüksiyon amiri Alec Hammond (Donnie Darko) ve kostüm tasarımcısı Susan Lyall (Rachel Getting Married) de yeteneklerini Schwentke’e “Flightplan”de ödünç vermiş olan ekip arasında.

Oyuncular: Bruce Willis, Morgan Freeman, John Malkovich, Helen Mirren, Karl Urban, Mary-Louise Parker, Brian Cox, Julian McMahon, Rebecca Pidgeon, Ernest Borgnine, James Remar ve  Richard Dreyfuss
Yönetmen: Robert Schwentke
Senaryo: Jon  Hoeber ve Erich  Hoeber
Warren  Ellis ve Cully Hamner’ın aynı adlı grafik romanından uyarlanmıştır.
Yapımcılar: Lorenzo di Bonaventura ve Mark Vahradian
Süre: 111 Dakika

http://www.red-themovie.com/
http://www.fidafilm.com/

YAPIM HAKKINDA

Warren Ellis tarafından yazılan, Cully Hamner’ın illüstrasyonunu yaptığı ve DC Comics Wildstor’un yayınladığı grafik roman Red orijinalinde tüm bir kitap olarak yazılan ama 3 ayrı bölümde yayınlanan bir romandı. Sonraları tğm bir kitap olarak da yayınlandı. Grafik roman toplam 66 sayfadan oluşuyor olsa da,  DC Comics Yaratıcı Ekip Başkan Yardımcısı Gregory Noveck okuduğu anda filme adapte edilebilecek mükemmel bir malzemeyle karşı karşıya olduğunu anlamıştı.

“Kitaba okuduğum anda hayran oldum” diyor Noveck. “Warren ve Cully çizgi roman dünyasının en parlak isimlerindenler ve beraberce çok düzgün, yerinde aksiyona sahip, harika ana karakterlerden oluşan ve etkileyici bir ana fikire sahip esere imza attılar. DC Comics’te yalnızca ana karakterleri adapte etmeyip, arşivimizdeki diğer birbirinden iyi eserden de faydalanmayı düşündük. ‘Red’ de bunlardan biriydi ve dahil olduğum anda konsantre olduklarımdan biriydi.”

“Warren’sın hikayesinden 2 saatlik bir film çıkarmak için genişletmek zorunda olduğumuz aşikardı.” diyor Noveck.  “Tüm bu süreç boyunca filmin ana unsuruna sadık kalmaya çalıştık – kompleks ve karmaşık kahramanları – aynı zamanda Warren’ın ana temasına…toplumumuzun insanlara karşı kolayca ayrımcı davranması , bu örnekte eski CIA ajanları ve Soğuk Savaş casuslarına, belli bir yaşa ulaştıklarında yerlerine daha genç ve teknolojiye hakim ajanların alınması.”

Noveck sonrasında da bu DC yaptırımı üzerinden ilerledi ve Jon ile Erich Hoeber berbaer adaptasyon fikrini di Bonaventura Pictures’ yöneticisi Mark Vahradian’a götürdüler, o da fikri yapımcı Lorenzo di Bonaventura’ya iletti.

“Lorenzo ile grafik romanın son derece kaliteli duruş ve stilizasyonundan anında etkilendik.” diyor Vahradian. “Casusluk konsepti hoşumuza gitti ve hepimiz ‘yeni yönetimler gelip ortalığı temizlediğinde bu eski ajanlara ne oluyor’ fikrinden çok etkilendik. Muhtemelen hiç çizgi roman filminde rol alma şansı verilmemiş daha olgun yaştaki büyük oyuncuları çekebilecek projeler arıyorduk ve bu da tam doğru yer gibi göründü”

di Bonaventura da katılıyor: “Warren ve Cully çizgi roman olarak çok provokatif bir iş ortaya çıkarmışlar ama biz bu işte bir filmde kombine edilebilecek aksiyon, casusluk, romantizm ve komedi potansiyeli gördük – tüm bunlarla yaşlanma konusunda tek bir mesaj verebilecek yaşsız bir durum istedik. Bu esnada onların yarattıklarındaki öze bağlı kalmak da bizler için esas bir önem taşıyordu – özellikle de Frank Moses karakteri için. Ve sanırım bunu oldukça iyi başardık da.”

“Hoebers ile ilk kez beraber çalışıyorduk,” diyor di Bonaventura. “İki kardeşin beraber çalışmalarını görmek mükemmeldi çünkü ikisi de yaptıkları işe farklı bir duyarlılıkla yaklaşıyorlar. İkisinin de bir diğerine göre daha çok öenmsediği konular var, böylece bu ikilik iyi sonuç verdi. Filmin başından sonuna tek yazarın onlar olması da önemliydi.”

Summit Entertainment yöneticileri Erik Feig ve Geoff Shaevitz ile bir toplantıdan ve oluşturulan bir senaryo taslağından sonra Summit projeye yeşil ışık yaktı.

“Hoeber’ın ilk taslağı kayda değer nitelikteydi.” diyor yapımcı di Bonaventura. “Hepimiz okuduk ve aynı tepkiyi verdik…BU artık bir film tepkisini.. Summit’in görüşlerini aldık ve onlar da onaylayınca işleri toparlamaya başladık. Sanırım hepimiz büyük bir yola çıktığımızın farkındaydı.”

“Senaryoya gelince, herşey grafik romandakini genişletmekle ilgiliydi.” diyor yapımcı Vahradian. “Jon ve Erich bu topu alıp yuvarlamaya başladılar..grafik romandaki konu ve tonu alıp zenginleştirdiler ve bunu yeni karakterler yaratıp Moses’ın karakterlerine ve orijinal hikayedeki tematik öğelere sadık kalarak yaptılar. Jon ve Erich bize istediğimiz herşeyi verdi ve sonuçta ortaya türler arası ve herkesin dikkatini çekebilecek büyük bir örnek çıktı.”

“Grafik roman çok kısa ve daha uzun formatta bir hikayeye dönüştürmek için bunu çıkış noktası olarak almamız gerektiğini biliyorduk.” diyor Jon Hoeber. “O nokta da Moses karakteriydi. Dünyadaki en tehlikeli kişilerden biri, çok sayıda insan öldürmüş ama aynı zamanda inanılmaz da bir saflığı var. Hayatını başka insanlarla her türlü bağa kapatmış bir insanla karşı karşıyayız. Onu emekli olmuş haliyle tanıdığımızda, normal bir hayatın nasıl olabileceğini anlamaya çalışır halde buluyoruz.  Yılbaşı vakti evini dekore etme gibi günlük ve normal aktivitelere ayak uydurmaya çalışırken bulduğumuz bir karakter. Sarah’yı aradığında ne diyeceğini bilemeyecek halde…kendisini teşhir etmekten korkar halde. Eğitimli bir suikastçi iken, iş kız arkadaşını armaaya geldiğinde aniden ergen bir liseli havasına bürünüyor. Ona bu haliyle aşık olmaktan kendinizi alıkoyamıyorsunuz.”

“Frank Moses’ı yaşlı ve emekliye ayrılmış bir ajan olarak kurguladığımızda, diğer ajanlar için de aynısı olmalı diye düşündük.” diyor Erich Hoeber. Bu nosyon, filme başka karakterler katmamızı ve Frank’in etrafında olacak tüm bu karakterler üzerinde olayları detaylandırma özgürlüğü verdi bize.”

“Filmdeki olaylar ne kadar gerçekçi olsa da, karakterleri normal hayattakinden biraz daha büyük skalada düşündük” diyor Jon.  Eski kafalı gelebilecek ‘Butch and Sundance’ hissiyatını bir nebze aktarmak stedik…bu Frank ve Marvin, Frank ve Joe, Frank ve Victoria hatta Frank ve onun sivil hayattaki ruh eşi Sarah’yı birleştirmeyi de gerektirse…hep bu eşleştirmelerin komik ve çelişkili bir hal yaratacağına inandık. Fakat tüm bunlar organikl biçimde gelişiyor çünkü bu
Frank kaarakteriyle başlıyor ve an itibariyle kendini içinde bulduğu durum..emekli ama yine de bir o kadar tehlikeli”

“Lorenzo, Mark, Gregory ve David senaryonun geliştirilme aşamasında yoğun biçimde yer aldılar” diyor Erich. “Gerçek anlamda yaratıcı partnerlerdi. Yazdığımız hikayenin sadece bir konsepte değil, karakter dinamiklerine dayalı olduğunu özümsediler.”

“Warren ve Cully orijinal hikayeyi geliştirmemiz konusunda çok cömert davrandılar.” diyor Jon. “Neyse ki finalde herkes senaryoyu oldukça sevdi ve hem bize hem de filme çok destekleyici davrandılar.”

“Jon ve Erich, Robert [Schwentke] ve tüm yapımcılar ‘Red’i beyaz perdeye taşımada çok uyumlu ve verici davrandıalr” diyorçekimler başlamadan birkaç gün önce New Orleans’ta seti de ziyaret eden  illüstratör Cully Hamner.

“Film çok daha eğlenceli ve daha az kanlı ama Warren ve benim orijinalde yarattığımızdan daha az artistik değil.”

“Kitap film olarak geliştirildiğinde çok genişletileceğini biliyordum” diyor Ellis  “benim tarafımdan da eseri fazla değerli kılmanın alemi yoktu. Meçhul ve yağmacı Hollywood canavarları bebeklerimi elimden alıyor gibi bir hisse kapılmadım eserim adına. Aksine, Jon ve Erich’in senaryosu kitaptaki ana temalara  o kadar bağlıydı ki, yaşadığım her şok bir sürprize dönüştü. Kitapta önemsediğim her ayrıntı senaryo ve filmde de vardı. O yüzden benim için çok büyük bir sürpriz oldu benim için.”

Ellis yapımcıların yönetmen olarak Robert Schwentke’i seçmelerinden de memnun. “Bir çok insan Robert’ın çizgi roman hayranı olduğunu bilmeyebilir. Aslında ben de kendisiyle ilk kez tanıştığımda bana ilk çizgi romanımdan alıntı yaparak konuştu. Formla olduğu kadar hikayeye de büyük bir tutkuyla bağlı.”

“Robert yönetmen olarak çok doğru seçimdi,” diyor di Bonaventura. “Filmin tonunu ve senaryonun yansıttığı büyük dengeyi açıkça anlayabilecek birine ihtiyacımız vardı. Komedi, drama, aksiyon ve romantizmi birleştirmek hiç de kolay değildi ama önceki filmlerine de bakılınca Robert bunu dahice halledebiliyordu.”

“Robert  mükemmel biri ve de dahi bir iş arkadaşı,” diyor yazar Erich Hoeber. “O da bizim gibi bir film delisi ve anlaşılması güç hikayelere dair referanslarda dahi neyden bahsettiğimizi çok iyi anlayan biri. Bu tarz bir bilgi birikiminin estetik ve disiplinli görsel stiliyle birleşimi Jon’u ve beni etkileyen şey oldu.”

“Robert’ın diğer filmleri gerilim, aksiyon dram ve bir de zaman içinde yolculuk filmi – onun farklı türleri bir arada tutabildiğinin bir kanıtı.” diyor yapımcı Vahradian. “Komedi tonlarında birşey üretmemiş olsa da bu film için istediğimiz ince mizahı tçok iyi yakaldı. Aslında  oyuncuların repliklerini ortaya soğukkanlılıkla atmaları fikri de ondan geldi.”

“Mesela Morgan Freeman Helen Mirren ile Mary-Louise Parker’ı tanıştırdığında ‘Victoria bu işte ciddi bir değere, PSG’li ciddi bir sanatçı’ dediğinde Sarah yanıt olarak ‘Bu ne anlama geliyor?’ der ve Helen’ın soğukkanlı cevabı gelir; ‘Ben insanları öldürüyorum hayatım.’  diye anlatıyor Vahradian. Filmde buna benzer bir çok an var ve Robert’ın bu anları aksiyon ve romantizmle bağlamadaki senaryonun tonunu algılayışına bir yemin gibi ve tabii birbirinden yetenekli büyük oyuncularla iletişimi sağlama becerisi de.”

Ana oyuncu kadrosunda oyunculuğunu  dramdan (Pulp Fiction, The Sixth Sense, Nobody’s Fool) romans ve komediye (“Moonlighting”, Death Becomes Her) ve elbette aksiyona (‘Die Hard’ dörtlemesi ve Armageddon) kadar geniş yelpazede vücutlaştırabilen Bruce Willis var yer alıyor.

“Dürüst olalım, grafik romanın sadece kapağına bile baksanız Frank Moses’ı oynaması için Bruce’tan başka isim düşünebiliyor musunuz?” diyor di Bonaventura. “Bizi hiç yormayan bir seçim oldu, hepimiz bu rol için Bruce’u istedik ve hep beraber oturup imzalaması için ümitle bekledik.”

Ve imzaladı. “Bu projenin hazırlanmasında beni etkileyen birşeyler vardı” diyor Willis. Bir suç elementi var, komedi ve romantizm de, aynı zamanda aksiyon da içeriyor. Ama tüm bunların altında Bbir yalnızlık ve dışarıda bırakılmışlık, yaşlanıp oyuna devam edemedikleri için gruptan atılmışlık hissiyatı var. İşin bu kısmını sinemasal anlamda daha da ilgi çekici buldum.”

“Bruce eğlenceli ve aynı zamanda da ölümcül olma kombinasyonuna sahip olabilen ender oyunculardan” diyor Vahradian, “o yüzden de ilk günden bu yana o oynasın istedik. Dahil olduğunda da taşkın kapağını açmışçasına tavır sergiledi ve diğer tüm iyi oyuncularımız da bu eğlenceye dahil olmak istedi..”

“Böyle bir oyuncu ekibini kurmak bana Warner Bros.’ta olduğum ve ‘Oceans Eleven,’ekibini kurduğumuz zamanları hatırlatıyor” diyor di Bonaventura. “Önce bir kişinin imzasını atmasıyla başlıyor ve zamanla adeta kendi yaşamını bularak ilerliyor. ‘Red’de de her bir rol için ‘vay be’ faktörü katlanarak arttı.”

RED oyuncu kadrosu her biri TV, televizyon ve sahneden tanına saygın oyunculardan; yaşayan efsane Ernest Borgnine’den yükselen yıldız Karl Urban’a kadar uzanan bir ekip..

“Bu filmin karakter ağırlıklı bir film olduğunu söylemek işi hafifletir nitelikte kalır,” diyor Vahradian, laughing. “Oniki büyük oyuncunun tek bir filmde aynı anda yer alması çok da sık rastladığımız bir durum değil.  Yaratıcı gözden bakınca ‘bu işi çekip çevirebilecek bir ekip gerekliydi ve lojistik anlamda konuştuğumuzda da bu kadar çok profesyonel oyuncuyu bir takvime sığdırmaya çalışmak çok zorlu bir deneyimdi.”

Willis’ten sonra ilk büyük imza Oscarlı oyuncu Morgan Freeman’dan geldi. RED takımından Joe Matheson karakterini canlandıran Freeman da bu kadar çok yıldızla aynı anda bir projede yer alabileceğini hayal bile edemiyeceğini belirtiyor.

“Bruce ile yeniden çalışacağımı biliyordum,” diyor 2006 yapımı ‘Lucky Number Slevin’a göndrme yaparak, “sette de beraber hep çok eğlenmişizdir Ama kabul ettiğimde Helen Mirren, John Malkovich, Mary-Louise Parker ve Richard Dreyfuss gibi isimlerle de çalışma şansı bulacağımı bilmiyordum. Bu akdar jhayran olduğun isimlerle çalışmak o kadar güzel bir duygu ki! Herkes A-planını oynuyordu.”

Sıradaki RED oyuncusu da Oscarlı oyuncu Helen Mirren oldu . Yapımcılar di Bonaventura ve Vahradian, yürütücü yapımcı Noveck, senaristler Jon and Erich Hoeber için de  Mirren, Victoria rolü için biçilmiş kaftandı.

“Snearo gelişim aşamasında Lorenzo ile ben, Helen’ın aksiyon kahramanı görüntüsünü aklımızdan çıkaramıyorduk.” diyor Vahradian. “Rol için onu istediğimizi baştan beri net şekilde biliyorduk.”

“Genelde rolleri yazarken aklımızda bir oyuncu olmuyor fakat Victoria’yı direkt olarak Helen’ı düşünerek yazdık ve o da bunu kabul ettiğinde sevinçten uçtuk.” diyor Jon Hoeber

“Söylemeye gerek bile yok ki, Jon ve Erich’in rolü beni düşünerek yazmalarından çok etkilenmiştim.,” diyorçizgi romanın yazarı Warren Ellis ile aynı küçük İngilizi kasabaından gelme olan Mirren. “Fakat kabul etmemde etken başka bir çok sebep vardı; ilki Bruce ile birlikte çalışma şansı oldu. Benim gibi biri oturup da “ay nekadar da mükemmel bir adam” dediğimde kulağa klişe gibi geliyor olabilir ama o gerçekten mükemmel bir adam.. inanılmaz yetenekli ve büyük bir oyuncu. Bruce’un başarısını ve ne kadar parlamış biri olduğunu düşündüğünüzde ondan beklenmeyecek bir kişiliğe sahip. Bruce’un diğer insanlarla vakit geçirme isteği çok yüksek, beraber yer alma ve kendini ayırmama özelliği var. Özellikle buradaki rolünde çok bariz olan birşey çünkü ekibin lideri rolünde.”

Mirren’ın  karakteri için ilham aldığı kişi casusluk ve suikastle hiç de lakası olmayan– dekorasyon duayeni, dünyaca tanınmış işkadını Martha Stewart olmuş.

“Saçıma kadar herşeyimi ondan ilham aldım, Martha Stewart saçımı,” diyor Mirren gülerek  “Evet emekli bir suikastçi değil kendisi ama Martha Stewart her ne yaparsa bunu gerçekten çok iyi yapan biri. Mükemmelliyetçi ve feminen yumuşak tarafı ile çok güçlü,pratik ve yararlı biri olan tarafını kombine edişine hayranım.  Umarım bu karakterleştirmemden rahatsız olmaz çünkü kendisinin ciddi anlamda hayranıyım.”

John Malkovich de Marvin Boggs karakteriyle günlük dozda verilen LSD ile deney faresine dönmüş bir CIA  ajanı rolünde.

“Bu rol için bana ilk gelindiğinde başka bir rol için anlaşma aşamasındaydım.” diyor Malkovich, “şanslıyım ki o proje düştü ve bu projeye dahil olabildim. Senaryo ve karakteri çok sevdim, ve yapımcıları da. Aslına bakarsanız senaristler ‘herşeyi değiştireceğiz” dediler.  Benim işbirlikçi tutumum karşısında da çok uyumluydular ama hiçbirşeyi değiştirmemelerini istedim çünkü olduğu haliyle çok güzeldi…çok sağlam bir senaryo…gereksiz replikler yok, karakterler iyi ve de eğlenceli.”

“Marvin, çok dışarılarda olmayan bir tip ve Frank ile Sarah kapısında bittiklerinde, ki kapı denilen de eski bir arabanın bagajı, hemen Frank’in kendisini öldüreceğini düşünüyor. Gördüğünüz gibi Marvin çok paranoyak ama diğer taraftan Marvin genellikle çok ama çok haklı. Marvin birinin kendisinin peşinde olduğunu düşünüyorsa, gerçekten onun peşindelerdir.”

Marvin, Mary-Louise Parker’în oynadığı Sarah gibi kadınların yanında olmasından rahatsız gibi görünse de, Malkovich Parker ile ilgili tam tersini düşünüyor.

“Mary-Louise ile yıllar önce ‘The Portrait of a Lady’de çalışmıştık” diyor Malkovich, “Kendisini çok sevmiştim. Son derece yetenekli, ilginç ve eğlenceli. Aktris olarak çok ilginç seçimler yapan, çok çabuk kavrayan, etrafındaki diğer oyuncuları da hesaba katarak davranabilen  ve algıları açık birisi.”

“Çok da eğlenceli,’ diyor Willis, “çok ama çok eğlenceli birisi. Zamanlaması mükemmel ve o kadar iyi fikirler ve sürprizlerle ortaya çıkıyor ki, rahatlık bölgemden beni çıkarabilecek şeyler yapabiliyor, çok eğlenceli biri. Çok eğlenceli olduğunu söylemiş miydim?”

Parker ( “daha az hareketli ve az aksiyonlu” projeleri hep daha çok sevdiğini itiraf eden) Sarah rolünde, hayattaki tüm aksiyonu onu bürokratik rutin işinden uzaklaştıran romantik kitaplar olan birisi. Parker yönetmen Robert Schwentke’nin sette tamamen uyumlu bir ortam yaratabilen yönünü de öövmeden geçmiyor.”

“Robert ile çalışmak benim açımdan çok iyiydi,” diyor Parker. “Çok ama çok ussal ve akıllı birisi, aynı zamanda bir o kadar duyarlı ve tartışmadan uzak duran biri, o yüzden yönetmenliği bana hep çok yararlı gelmiştir.”

“Mary-Louise üstesinden gelmesi en zor karakterlerden biri,”diyor yapımcı Vahradian. “Sarah sivil birisi ama zamanla onların atıldığı yola atılıyor ve insanları öldürmüş insanlarla çevrili birilerine güven duymaya başlıyor. Frank ona daha ancak romantik romanlarda okuduğu türden bir hayatı empoze ederken, o  Frank’e daha sakin, kişisel ve samimi bir hayat ve sevgi sunuyor. Bu da büyük bir çelişki ve romantizm yaratıyor.”

CIA  ajanlarının “eski kana karşı yeni nesil” görüşleri yaşlı ve eski kafalı Frank Moses ile genç, yüksek teknoloji adamı William Cooper (Karl Urban) arasında karakterize edilmiş.

“Cooper daha genç, ve görece olarak daha yeni bir CIA ajanı; devletin yeni adet casus teknik ve teknolojileri ile eğitilmiş” diyor filme hazırlık aşamasında filme danışmanlık da yapan ve kitaplarını, makalelerini okuduğu eski CIA ajanı Robert “Bob” Baer için Urban yönlendirme niteliğinde bir emir alır. Bu görev Cooper’ın sandığından zor çıkar çünkü Cooper, Frank’in yaşıyla gelen yeteneklerini gözardı eder. Cooper her ne kadar uydu takibi ve tüm diğer ultra-modern CIA ‘oyuncakları’ ile yetiştirilmiş olsa da, Frank 30’dan fazla yılını bu işin deneyimi ve zekası ile harcamıştır ve bu da iki adam arasındaki durumu giderek daha ilginç kılar.

“Rolun bana ilginç gelmesinin sebeplerinden biri de Cooper’ın bir karısı ve ailesi olması” diyor Urban, “bu daha önceleri Frank ve onun dönemindekilerin sahip olmayı dahi düşünemeyecekleri birşey” Aile babası olma hali soğukkanlı bir katil olma haliyle birleştiğinde üzerinde güzellikle oynanabilecek bir karakter doğmuş oluyor..”

“Kar rolünde çok iyi” diyor yapımcı di Bonaventura. “Karaktere girme konusunda çok iyiydi; Bob Baer’la yürüttüğü yoğun araştırmadan, aldığı silah ve fiziksel eğitimlere kadar. Tüm yıldız oyuncularımızla beraber bu filme dahil oldu ve kendi yerini çok güzel şekilde yarattı. Karl profesyonel bir oyuncu ve oyuncu ekibinde o da yer aldığı için çok şanslıyız.

“Enteresan biçimde izleyici bu filmi gördüğünde, bizim yapım aşamasında sahip olduğumuza benzer bir deneyim yaşayacak.” diyor di Bonaventura. “Her karakterle birer birer tanışacaklar…önce Frank’le, 10 dakika sonra Sarah ile, bir 10 dakika daha sonra Joe, sonra Marvin, sonra Victoria ve hepsi ile. Filmin kendine has bir ritmi var çünkü ekibin tamamını bir seferde tanımıyoruz. Benzer biçimde, çekimler esnasında ekip de hep enerji doluydu çünkü biliyorlardı ki Pazartesi Bruce ile, iki gün sonra Mary-Louise, bir hafta sonra Ernest Borgnine, onun 3 gün ardından John Malkovich, iki hafta sonra Helen Mirren, ve sonra Morgan Freeman,  sonra Karl Urban, Richard Dreyfuss gibi bir çok önemli isimle tanışacaklardı. Yapım hiç sıkıcı bir hal almadı ve umuyoruz ki bizim oyunculardan aldığımız enerjiyi seyirci de karakterlerden alacak.”

“Benim için bu filmin süreci bir Noel sabahı gibiydi” diyor Willis. “Her 10 dakikada bir yeni bir hediye açarsınız ya, onun gibi. ‘Aman tanrım, Helen Mirren adında yeni ve pasparlak bir bisikletim var’ ya da ‘işte süper Morgan Freeman’ ya da ‘hey millet bakın yeni bir

Transformer John Malkovich’im var’ ya da ‘yeni bir tren seti hem de makinist Richard Dreyfuss ile.’ der gibiydi. Çılgınca eğlenceliydi.”

Prodüksiyon 12 Ocak 2010’datipik bir Toronto kışının ortasında, çok daha sıcak bir yer olan güneyde, New Orleans’ta sona erecek bir takvimle başladı. Yapımcı di Bonaventura bu iki şehri özellikle, birbirinden çok farklı görünümleri için seçtiklerini söylüyor.

“Toronto  ve New Orleans bu film için mükemmel kombinasyondkü film bir şekilde seyyar” diyor. “Bruce’ın karakteriyle ilk tanıştığımızda yeni, çok daha basit bir hayata şirin bir kasabada, Cleveland, Ohio’da başlamaya çalışıyor. Suikast tehlikesi karşısında hızlıca Kansas City’ye Sarah’yı kaçırmaya gidiyor. Ekibi toparlamaya başladıkça, New Orleans’a Morgan’ı, Florida’ya Malkovich’i, almaya, Alabama’da bir iş kadınıyla büyük bir savaş verdikten sonra Manhattan’ın Çin Mahallesi diye bilinen New Jersey Turnpike’a ve Kolombiya Universitesi’ne, sonra CIA başkanlığının olduğu Langley, Virginia’ya, oradan Washington, DC’deki Rus Elçiliği’ne Brian (Cox)’u  bulmaya, sonra Chesapeake, Virginia’ya Helen’i almaya,  ve sonra Karl Urban’ın Bethesda, Maryland’deki evine kısaca bir uğrayıp New York’a ve son olarak Chicago’ya gidiyor. Puzzle’ı tamamlarken mekanların önemini görebiliyorsunuzdur..”

di Bonaventura ve diğer film yapımcıları yapım amiri Alec Hammond’ı filmin bu hızına yetişebilinilmesini sağladığı için minnettarlar. “Herhangi bir gün herhangi bir zamanda tam oalrak nerede olacağımızı söyleyebiliyordu  Alec. diyor yapımcı Vahradian. “Sette insan vücuduna bürünmüş bir GPS var gibiydi adeta…sürekli lokasyon bulup, belirtip, bizi de bilgilendirip dahil ediyordu.”

Hammond için  RED, yönetmen Schwentke, görüntü yönetmeni Florian Ballhaus ve kostüm tasarımcısı Susan Lyall ile bir daha çalışmasını sağlayan bir yaratım süreciydi. “Robert’ın ‘Flightplan’ filminde de beraber çalışmıştık” diyor Hammond, “o yüzden RED çok tanıdık ve işbirlikçi bir ortamdı hepimiz için.”

Hammond film mekanlarının 40%’ının özellikle yaratılmış setler, 60%’ının ise farklı mekanlarda çekildiğini söylüyor. “Bu 40/60 ayırımı sadece yaratım süreci kaygılarımızla değil, Marvin’in Bunker’i gibi yerler kullanma isteğimizle de oluştu” diyor. “11 Eylül sonrası dönemde CIA ana merkezinde çekim yapamayacağımız aşikardı o yüzden Toronto’da set inşa etmek durumundaydık.”

CIA binası ve yeraltı bağlantıları dışında Frank’in evinin içini, Alexander Dunning (Richard Dreyfuss)’in güvenlikli odasını da set olarak inşa etmek durumunda kalmışlar. “Her bir farklı ev, ofis, daire ya da sokak gerçek mekanında çekildi.” diyor.

Hammond yeraltı setini, çekimler boyunca besleyip büyüttüğü  bebeği olarak görüyor.

“Sığınak tasarlamak kariyerimde bir kere rastlanacak türden bir deneyimdi.” diyor Hammond. “Gerçek bir hayatta kalana atık barınağı shelter bulmak çok zor ve bulduğunuzda da oraya film ekibini indirmek istemeyebilirsiniz”

“Eğlenceli kısmı Malkovich’in karakterinin eklektik ve ikonik kısmını yansıtabilmekti.” diyor Hammond. “Marvin’in yaptığı ve ilgilendiği binlerce şey var ve hepsinin üstünde çok paranoyak birisi. Tam bir çelişki insanı…zeki ama ayakları yere basmıyor.”

Sığınak için ilham, önceki Schwentke filmlerinden birindeki mekan sorumlusundan geldi. “Robert ile trenle Arkansas’ta bir yere gidiyorduk ve arka kısımdaki kondüktör bir şekilde bizi ortum sığınağına yönlendirdi. Hiçbiryerin ortası gibi bir yerde birden terkedilmiş bir römork ve önünde yarısı yanmış bir araba gördük. Sahibi metrelerce aşağıya yuvarlanmış ve arabayı da bu çukurda bırakmış ve arabanın sadece tek kapısı girilebilir gibi bırakılmış. Ne zaman hortum uyarısı olsa adam buradan kaçıp, arabaya girip kapısını kapatıp hortumdan uzak ve güvende oluyormuş.

“Biz de 1957 model bir Chevy aldık ve Toronto’da bir sette birkaç metre yükseklikte asılı bıraktık.” diyor Hammond, “böylece Marvin’in arabadan çıkabildiği ön kapı oluşmuş oldu. İçine yemek stoğu, TV, kağıtlarla dolmuş taşmış bir kayıt odası, komplo teorisi dökümanları, eski dosyalar, Skitaplar, yapışkan notlar, aklınıza ne gelirse doldurduk…deli bir adamın tüm gerekliliklerini içerecek bir oda yarattık.

“John’ın (Malkovich) tek bir isteği oldu,” diyor Hammond, “Marvin’in ne olursa olsun silahlarından 3 metre uzak kalmaması. O yüzden zaten varolan bir dolu silaha ilaveten dergilerin altına, koltuktaki yastıklara silahlar gizleidk ve C-4 tipi patlayıcıları masalara yerleştirdik. John Malkovich  gibi bir oyuncu için set dizayn etmek mükemmel bir şey çünkü biliyorsunuz ki John buna kendince birşeyler katacak ve tamamen kullanacağı görsellikler üzerinde ısrar edecek.”

Hammond ve ekibin kalanı’57 Chevy’yi Louisiana’daki bataklık mekana gönderdiler ve iç kısmının yapımına başladılar.

“Bataklığın yakınında birkaç metrelik yer kazdık” diyor Hammond. “Sonra arabayı çukura indirdik ve hortum sığınağına gömer gibi gömdük. Voila…Marvin’in yeraltı sığınağı”

Tarihi Royal York Hotel (Fairmont Chicago’da, Hammond’ın içine kırmızı, beyaz, mavi renklerden oluşan balo salonu inşa ettiği yer), dışında diğer Toronto mekanları arasında göz kamaştırıcı göl manzarasına sahip Niagara-on-the Lake arazisinde iç ve dış tasarımı çiftlik tarzında Helen Mirren’ın işlettiği motel; Toronto’nun Çin Mahallesi ve Toronto Kütüphanesi ile Kolombiya Üniversitesi ; dış mekanlarda Ontario Yüksek Mahkemesi Rus Konsolosluğu dış görüntüsü için kullanıldı;

Uxbridge , Claireville, Ontario’da kişilere özel mekanlar; ve ünlü Hearn Elektrik Santralı (Toronto Docklands yakınlarındaki) filmin önemli sahnelerinin çekildiği mekanlar oldu.

“Hearn Elektrik Santralı Toronto ‘da devasa, terkedilmiş bir kömür ateşinden güç üretim merkezi,” diyor Hammond. “Çok büyük bir yer ve neredeyse tüm borular, ısıtıcılar, ve çelik yapılar olduğu gibi duruyor ve bu haliyle verimli endüstriyel bir behemot gibi; iyi adamlarla kötü adamlar arası yükselen restleşmeyi çekmek için çok uygun bir yer.”

Toronto’daki çekimler Mart 2010’da sona erdiğinde, ekip güneye, New Orleans’a yöneldi ve 2 haftalık zengin dış çekimler bölgedeki uygun mimari ve topografya da hesaba katılarak yapıldı.

“New Orleans bizim için harikalar diyarı oldu,” diyor Hammond. “French Quarter etrafındaki kavşakları kapatilmemiz şahane oldu. Orada yaşayan halkın tamamı, tursitler, mekan sahipleri hepsi çok sabırlıydılar. İnanın ki bir dolu turist  Bruce Willis’i ilerleyen bir polis arabasından çıkıp silahını çekerken görünce şaşkınlıklarını gizleyemediler. Orada iki mükemmel hafta geçirdik ve çekimler için çok eğlenceli bir mekan oldu.”

Diğer New Orleans mekanları arasında tarihi French Quarter Kraliyet Eczanesi, Union Passenger Terminali; St. Vincent’s Guesthouse (seyircinin Morgan Freeman’ın karakteriyle ilk karşılaştığı yer) ve New Orleans Limanı vardı. Limanda Hammond Lego-gibi konteynırlar kurdu ve filmin en büyük aksiyon sahnesi burada çekildi.

“Konteynır depolarından hep çok etkilenmişimdir,” diyor Hammond. “Büyükler için Lego blokları gibiler…devasa renkli dörtgenleri alıp istediğiniz yere koyabiliyorsunuz. Limanın az kullanılan bir kısmını bulduk 200 kadar konteynır getirdik. Bize bu kadar konteynırı kimin sağlayabileceği büyük bir soruydu ve onları nasıl istifleyeceğimiz de. Çok özel bir ekipman gerektiriyordu. Sonunda bir şekilde hepsi halloldu ve Robert’ın istediği sahneyi yaratabildik…ki bu beni çok mutlu etti.”

Diğer bir özellikli tasarım elementi de resimler entegre edilmiş kartpostalları “yol gezisi” kısımları için yaratmak oldu.  Hammond fikrin Robert Schwentke’den çıktığını söylüyor; kartpostalların hikayeyi doğrulaması ve izleyici için bir rehber niteliği taşıması fikri.

“Yaratıcı ve pratik öğeleri görsel malzeme ile birleştirmek hem eğlenceli hem de izleyiciyi ‘gezi’ boyunca destekler nitelikteydi.” Tam anlamıyla bir ‘gezi’. RED (kırmızı) komedi, romantizm ve tehlikenin rengi. Oyuncu Bruce Willis için baştan beri tutkulu bir proje olmuş ve inandığı bir proje.

“Filmin kendisi yapım aşamasını aynen yansıtıyor.” diyor Willis. “Çekimlere küçük bir yerden…sadece benim bir evde olduğum yerden başladık ve 9 tane birbirinden iyi oyuncunun dahil olduğu soğuk, kirli, çamurlu, devasa ve terkedilmiş bir elektrik santralinde son bulduk.  İnanıyorum ki ne biz oyuncular ne de yapımcılar ekilen bu fidenin büyüyüp bu kadar büyük bir ağaca dönüşeceğini bilmiyorduk ama bunun olabilmesi için herşeyimizi ortaya koyduk. Dürüst olmak gerekirse benim için tanımlaması da çok güç çünkü daha önce dahil olduğum hiçbir işe benzemiyor.  Bir çığ gibi büyüdü ve bunun bir parçası olmak çok eğlenceliydi.

OYUNCULAR

BRUCE WILLIS (Frank Moses) kariyeri boyunca canlandırdığı birbirinden farklı karakterle – ödüllere doymayan Quentin Tarantino’dan Pulp Fiction (1994 Palme D’Or  –  Cannes), Robert Benton’dan Nobody’s Fool, Terry Gilliam’sın 12 Monkeys’inde zaman yolcusu, Norman Jewison’dan In Country’de Vietnam askeri,  M. Night Shyamalan’ın Oscar®-ödüllü The Sixth Sense (People’s Choice Award kazandı) çocuk psikoloğu ve imzası haline gelen rolü  Dedektif John McClane olarak Die Hard dörtlemesinde inanılmaz yeteneğini sergiledi.

Sam Shepard’ın 1984 yapımı oyunu “Fool for Love,”  ile parlamadan önce Montclair State College’da prestijli bir tiyato programına sayısız TV reklamına da dahil olmuştur.

Willis sonraki parlamasını da yıldızlık mertebesine yükseldiği ve beraberinde birçok ödül kazandığı – Emmy, Altın Küre de olmak üzere – David Addison’a ait TV dizisi “Moonlighting” ile yaşamıştır ve bu role 3,000 kişi arasından seçilmiştir. Aynı zamanda ilk uzun metraj filmi  olan romantik komedi Blind Date’de Kim Basinger ile rol almıştır .

1988’de John McClane karakteriyle gişede büyük başarı sağlayan Die Hard’da yer aldı. Serinin devam  filmlerinde de yer almaya devam etti; Die Hard  2:  Die  Harder  (1990), Die  Hard:  With  A Vengeance  (1995) ve Live  Free  or  Die  Hard (2007).

Geniş yelpazedeki rolleri ve yer aldığı birçok filmde Michael Bay (Armageddon), M. Night Shyamalan (The Sixth Sense and Unbreakable), Alan Rudolph (Mortal Thoughts, Breakfast of Champions), Walter Hill (Last Man Standing), Robert Benton (Billy Bathgate, Nobody’s Fool), Rob Reiner (The Story of Us), Ed Zwick (The Siege), Luc Besson (The Fifth Element), Barry Levinson (Bandits, What Just Happened), Robert Zemeckis (Death Becomes Her) ve  Robert Rodriguez (Sin City, Grind House)  gibi birbirinden başarılı yönetmenlerle çalışma fırsatı yakaladı.

Diğer filmleri arasında The Jackal; Mercury Rising; Hart’s War; The Whole Nine Yards (ve devam filmi The Whole Ten Yards); The Kid; Tears of the Sun; Hostage; 16 Blocks; Alpha Dog; Lucky Number Slevin; ve Perfect Stranger da yer alıyor. Look Who’s Talking ve Look Who’s Talking Too filmlerinde de animasyon karakterlere ses verdi. Over the Hedge ve Rugrats Go Wild! da bu filmler arasında.

Willis yakın zamanda Tracey Morgan ile Kevin Smith’in yönettiği aksiyon komedi filmi Cop Out’ta başrolü paylaştı.

Kamera önündeki işleri yanısıra Willis, Hostage ve The Whole Nine Yards’ın yapımını ve Breakfast of Champions’ın (Kurt Vonnegut’ın çok satan romanından uyarlama) yürütücü yapımcılığını üstlendi. Kardeşi David Willis ve iş ortağı Stephen Eads ile Los Angeles’ta Willis Brothers Films şirketini kurdu.

Willis aynı zamanda tiyatroya da el attı. 1997’de A Company of Fools isimli, kar amacı gütmeyen tiyatro grubunu kurdu Sam Shepard’ın karanlık komedisi “True West”i hem yönetti hem de oynadı.  İki kardeş arasındaki sorunlu  irdeleyen oyun Showtime’da gösterildi ve Willis’in kardeşi Robert’a adandı.

Aynı zamanda müzisyen de olan Willis  Motown albümü (1986) “The Return of Bruno,”yu kaydetti ve “Respect Yourself” şarkısıyla listelerde 5 numaraya kadar yükseldi. Üç yıl sonra diğer albümü “If It Don’t Kill You, It Just Makes You Stronger” çıktı. 2002’de müzik grubuyla bir Amerika turnesi ardından Bruce Willis ve Blues Grubu Irak’a giderek Amerikan askerleri için çaldılar.

Oscar sahibi oyuncu MORGAN FREEMAN (Joe Matheson) Amerikan film tarihinin en önemli figürlerinden biri. Yer aldığı filmlerle zamanının en iyi oyuncuları arasına giren ve filmleri milyonlarca dolar kazanan bir oyuncu. Oynadığı rol bir gülümseme, ufak bir göz kırpma da olsa oyunun hakkını verme kabiliyetinde olan bir oyuncu.

Freeman yakın zamanda Invictus’da, 3.kez beraber çalıştığı arkadaşı ve yönetmen Clint Eastwood ile çalıştı. Invictus Freeman’ın beğenisen göre bir filmdi ve yürütücü yapımcılığını kendi yapım şirketi olan Revelations Entertainment üzerinden yürüttü. Invictus’da Freeman umut, özgürlük gibi sembollerin göstergesi Nelson Mandela’yı canlandırıyordu.

Filmde Freeman’a Oscar® sahibi oyuncu Matt Damon başrolde eşlik ediyor.

Bir yanıt yazın