Sıcak

Onlar yol arkadaşıydılar… Yusuf batık gemilerin enkazını çıkartıp satan bir denizcilik firmasında çalışıyor. Güzel karısı Meryem ise özel ders veren mütevazı bir öğretmen ve iki aylık hamile. Karıkoca, Bozcaada açıklarındaki batık gemi projesi için çıktıkları bu kısacık yolculuğun, hiç tanımadıkları bir kadının bıraktığı mektup yüzünden bir karabasana dönüşeceğinden habersizdir henüz. Aynı saatlerde, karısının başka bir adamla kaçtığını öğrenen ve yardım istemek için umutsuzca o adadaki tek dostu eski dalgıç Niko’yu arayıp duran zavallı asker Adem ise cinnetin eşiğindedir. Güneş batar, gök yarılır ve o saat geldiğinde kader ortaklarını bir araya getirir. Hayatları kesişen bu dört kişiden birine ölüm yazılmıştır o gece. Geride kalan üç kişinin kalplerine ise cehennem gibi bir sıcak…
OYUNCULAR: CEM ÖZER (NİKO), EBRU AKEL (MERYEM), HAZIM KÖRMÜKÇÜ (YUSUF), GÜRGEN ÖZ (ADEM),    ŞAFAK KARALİ (BAŞÇAVUŞ), BURAK TANDOĞAN (BEKİR), ASLI ZEN (AYŞE), AGOP ÇAVUŞYAN (YÜZBAŞI)
ABDULLAH OĞUZ’UN YENİ FİLMİ “SICAK” 19 ARALIK’TA SİNEMALARDA


PROJENİN OLUŞUM AŞAMALARI:
2000 yılı Ekim ayında İbrahim Altun, karı-koca arasındaki basit bir aldatma hikayesini ele aldığı ve henüz adı belli olmayan son romanının taslağını Abdullah Oğuz’a okuması için verdi. Bu sırada yazar roman üzerinde çalışmaya devam ediyordu. Roman ancak üç yıl sonra bitti ve bir sürü editör ve yayınevinin elinden geçerek 2004 yılında ‘SICAK’ adıyla Epsilon Yayınevi tarafından yayımlandı. Roman iyi eleştiriler almasına rağmen yazarın umduğu ilgiyi göremedi. Fakat İbrahim Altun günün birinde romanın filme çekileceğinden emindi. 2007 yılı Aralık ayında Abdullah Oğuz, tesadüf eseri çekmecesinden çıkardığı roman taslağını okudu ve o gece hikayeyi filme çekmeye karar verdi. Fakat bu dosyanın kendisine kim tarafından ve ne zaman verildiğini hatırlamıyordu. Üstelik hikayenin ‘sıcak’ adıyla basıldığından haberi yoktu. Buna rağmen internet ağında umutsuzca yazarı arayıp durdu. Günler sonra okumuş olduğu taslağın sıcak adıyla basılmış olduğunu öğrendi. 3 Ocak 2008’de İbrahim Altun ve Abdullah Oğuz yıllar sonra bir araya geldiler. Bir düş gerçeğe dönüşüyordu. Riskli bir proje olacaktı. İbrahim Altun senaryoyu da yazmak istediğini söyledi, Abdullah Oğuz kabul etti. Böylece risk iki katına yükseldi. Senaryo çalışmaları başladı. Yazar ilk versiyonu Şubat 11’de yönetmene gösterdiğinde, Abdullah Oğuz’un cevabı açık ve net oldu. “Ümitsiz bir senaryo, bundan film olmaz.” Fakat çalışmalar devam etti. Yaklaşık 16 farklı versiyon yazıldı. Son çekim senaryosu ile birlikte Mayıs sonunda Antalya’ya set ekibiyle birlikte gidildi. Fakat çekimin başlayacağı gün, teknik bir takım sorunlardan ötürü, yönetmen filmi çekmekten vazgeçti. Yazar projenin rafa kalkacağını düşünüyordu. Haziran ayı herkes için depresyonda geçti. Temmuz başında Abdullah Oğuz, İbrahim Altun’u aradı ve filmi Bozcaada’da çekmeyi önerdi. Birlikte Bozcaada’ya giden yönetmen ve yazar buradan çok etkilendiler ve özellikle batık gemi enkazını görünce filmi bambaşka bir atmosfere taşıyarak yeniden yazmaya karar verdiler. İbrahim Altun, Bozcaada’da 6 gün geçirdi ve ilk taslak burada oluştu. Hikayeyi romandan oldukça uzağa bir yere taşıdı. Yusuf, Meryem ve Niko dışındaki tüm karakterleri çıkartıp yeni bir kurgu ve yeni karakterlerle senaryo beş kere daha yazıldı. Ağustos ayı boyunca çalışmalar devam etti. 1 Eylül’ de yönetmen oyuncularla birlikte Bozcaada’ya gelerek burada okuma provalarına başladı. Yazarın da katılımıyla devam eden çalışmalar esnasında senaryo da değişiyor ve son şeklini almaya doğru gidiyordu. 8 Eylül’e dek süren ön çalışmalardan sonra 9 Eylül sabahı çekimler başladı. Yazar çekim süresince setteydi. Yönetmenin Bozcada’yı tercih etmesinin nedeni ise; karakterlerin, hikayenin sıkışmışlığını ve hapsolmuşluğunu en iyi gösteren mekanın burası olacağına inanmasıydı…

YAZARIN GÖRÜŞÜ
Edebiyat bir dünyadır. Sinema ise başka bir dünya. Fakat ikisinde de güdülen amaç aynıdır. İnsan kalbi’ne dokunmak. Bir yazar için romanın bittiği yerde başka bir macera başlar. Okurun gözünden girip gönül süzgecinden geçen roman son şeklini burada alır. Kimi zaman da bir başka yaratıcıya, bir yönetmene esin kaynağı olabilir. Aynı resme bakıp farklı şeyler gören roman yazarı ve yönetmenin dünyaları kimi zaman çakışır, kimi zaman teğet geçer, kimi zamanda birbirine zıt düşebilir. Edebiyatta aslolan hikaye değil sözdür. Sinema ise görüntülerin dizilişinden oluşur ve her şey iyi bir hikaye anlatmak adına tasarlanmıştır. Elbette edebiyatın olanaklarıyla sinemanınkiler birbirinden çok farklıdır ve edebi dil ile sinema dili arasında gidip gelen hikaye, yönetmenin beyninden ve yüreğinden geçerek sinema için en uygun halini alana kadar defalarca yazılır, yeniden şekillenir. Yarattığı karakterlerin ve atmosferin perdede canlandırılıp, ete kemiğe bürünmesi, birkaç sayfada anlatılan yağmurlu bir gecenin bütün detaylarıyla gözlerinin önünde cereyan etmesi şüphesiz yazar için neredeyse öldürücü bir heyecandır. Böylesi olağanüstü bir tecrübeyi yaşayabilen az sayıdaki yazarlardan biri olduğum için kendimi çok ama çok şanslı görüyorum. Bunun için yürekten teşekkür etmem gereken kişiler var. Başta, büyük bir başarıyla bu hikayeyi perdeye taşıyan sevgili yönetmenim Abdullah Oğuz olmak üzere, Yusuf, Meryem, Niko, Adem ve Ayşe rollerinde bu karakterlere sesleri ve nefesleriyle hayat veren sevgili oyunculara, muhteşem görüntüleriyle filme büyük değer katan görüntü yönetmeni sevgili Ken Kelsch’e ve kamera arkasında üstün bir gayretle çalışan bütün ekibe, sinemanın gizli kahramanlarına yürekten teşekkürlerimi ve en derin saygılarımı sunmak istiyorum.
YÖNETMENİN GÖRÜŞÜ
2000 senesinde İbrahim Altun’un bana verdiği İhanet adlı roman taslağını yedi sene sonra okuduğumda iyi bir film olacağını düşündüm. Yazarla buluştuğumda romanın SICAK adıyla 2004 senesinde yayınlandığını öğrendim. Meryem ve Yusuf’un üç günlük hikayesi ilginç gelmişti. Sıcak romanındaki kadın kahramanın adı da Meryem di… Mutluluk’ tan sonra başka bir Meryem’in hem de şehirli Meryem’in hikayesini anlatmak da zannediyorum beni heyecanlandırmıştı. Roman isminin de çağrıştırdığı gibi daha çok ter ve erotizmin yoğun olduğu bir atmosferde sunuyordu kahramanlarının yaşadıklarını. Nerdeyse bitmiş bir ilişki yaşayan çiftin başlarına, çıktıkları yolculuğun ilk gecesinde bir olay gelir ve aynı suça ortak olurlar. Sonralarında kendileriyle yüzleşirken diğer taraftan ilişkilerini sorgulamaya başlarlar… Ardı ardına yazılan senaryo taslakları neticesinde romandaki gibi ilişkilerini sorgulayan bir çiftin filmini çekmek fikrinden giderek uzaklaştığımı hissettim.  Benim çekmek istediğim film hikayenin geldiği son noktaydı. Suç ve vicdanın sorgulandığı bir kader yolculuğu… Romanın aksine soğuk bir atmosferde… Üstelik sıkışmışlığa daha da hizmet edeceğini düşündüğüm küçük bir adada… 26.versiyonun sonunda artık üç karakterimiz vardı aynı suça ortak olan, aynı kaderi paylaşan. Barışamadığı geçmişini içine gömmüş olan Niko’nun da çiftimizle aynı suça ortak olması bu hikayeyi daha da seyredilebilir ilginç bir hale getirecekti. Küçük bir adada onlar, kurbanımızı da sayacak olursak artık dört kişiydiler. Güneş battı, gök yarıldı ve o saat geldiğinde karşılarında beliren kader onları kapkara dipsiz bir kuyuya sürükleyecekti geride kalan üç kişi ise vicdanlarıyla yüzyüze kalacaktı…Benim vicdanım rahat, iyi seyirler.

Bir yanıt yazın